AvrupaKültürOrtadoğu

Aktör Rana Cabbar’ın Gerçek Kimliği ve Yaşanılan Zorluklar

Aktör Rana Cabbar’ın gerçek kimliği ve Gayrimüslim vatandaşlarımızın yaşadığı zorluklar.

Kadınlar Günü Turları

NationalTurk yorumcusu Metin Yılmaz’ın bu haftaki “Aktör Rana Cabbar’ın Gerçek Kimliği” başlıklı yazısı;

Tiyatro ve sinema sanatçısı Rana Cabbar’ın gerçek kimliğini ve dinini çoğumuz vefat edince öğrendik, adı Rana soyadı Solakyan, etnik olarak Katolik inancında Ermeni bir sanatçımız.
İyi bir aktördü, iyi bilirdik, Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun!

Her şeyden önce etnik köken insanın seçebileceği bir kimlik değildir, dini seçersiniz, değiştirirsiniz, etnik kimliğinizi inkar edebilirisiniz ama değiştiremezsiniz. Türkiye’deki her etnik unsur Türk Ulusunun ayrılmaz bir parçasıdır.

Rana Solakyan gerçek kimliğini saklayan, kendisini saklamak zorunda hisseden ilk Gayrimüslim vatandaşımız değil, muhtemelen pek çok kişi ve sanatçı onun gibi gerçek kimliğini gizliyor, tabi gizlemeyen, gizleme gereği duymayan sanatçılarımızda yok değil, sadece sanatçılar değil hayatın her alanında gerçek kimlikleri ile yaşayan, çalışan vatandaşlarımız var.

Gayrimüslim vatandaşlarımızı neden kimliklerinizi gizlemek zorunda hissediyorsunuz diye sormaya hakkımız yoktur.

Kimse sağına soluna bakarak bahane üretmesin. Kimse “ama Yunanistan’da Batı Trakya Türklerine şöyle davranıyor, Ermenistan’da Ermeniler tek Türk bırakmadı, İsrail Filistinlileri dövüyor” gibi bahanelere saklanmasın, burada bahsettiğim Gayrimüslimler kendi vatandaşlarımız ve hepsinin kimliği Türkiye Cumhuriyeti kimliğidir ve Türkiye Cumhuriyet vatandaşları etnik köken ve dini inançlarına bakılmaksızın başka ülkelerin vatandaşları olan Türklerden önce gelir ve Türkiye Cumhuriyeti sosyal medyada isimlerimizin ve kamu kurumların önüne harfe “TC” olarak indirsek de gerçekte iki harfe indirilemeyecek kadarda büyük bir devlettir ve büyük devlet kendi soydaşlarının haklarını, sorunlarını mensubu oldukları ülkelerin yetkilileri, hükümetleri ile masada diplomasi ile halleder.

Anadolu ve İstanbul’un Kadim Halkları

Azınlık dediğimiz Gayrimüslimler Anadolu’nun ve İstanbul’un kadim halklarıdır, kendilerini “öteki” görüyor ve kimliklerini saklamak zorunda kalıyorlarsa suçlusu ve sorumlusu biziz, siyasi iktidarlardır, Anayasaya aykırı olarak uyguladıkları politikalardır, yapılan vahim yanlışlardır.

1934 Trakya Pogromu, 1942 Varlık Vergisi Faciası, 6-7 Eylül 1955 Olayları ve 1964 Rum Sürgününü yaşayan Gayrimüslimlere neden kimliğinizi saklıyorsunuz, neden toplum içinde Türk adı kendi cemaat ve aile içinde dininize, etnik kökeninize göre çift isim kullanıyorsunuz diye sormaya hakkımız yok.

Kendilerini biz Müslümanlar gibi özgür hissetselerdi çift isim kullanmazlardı. Bu yaşadıkları acı olayların yaralarının kapanması da mümkün değil. Ağzımız açılsa Gayrimüslimlerin etnik kimliklerini birbirimize karşı hakaret için kullanıyoruz; “Yok Ermeni şeyi, yok Yahudi bilmem nesi, yok Rum, Bizans şusu busu” bir çoğumuzun ağzından düşmüyor.

Tribüne oynamayı sevmem, açık konuşmak gerekirse Türk Musevilerinin vatandaşlık bağında İsrail’le ne alakası var da, her İsrail Filistin çatışmasında siyasilerin ve medyanın gaz vermesiyle Yahudilik üzerinden dolaylı veya doğrudan hedef oluyorlar. Gönülden bağları olmasından başka doğal ne olabilir, etnik ve dini olarak İsrail ile her Yahudi’nin gönül bağı vardır ve bunun yanlış olduğunu hiçbirimiz iddia edemeyiz. İsrail’in politikalarını eleştirmek başka bir şeydir, kendi vatandaşlarımız Musevileri hedefe koymak başka bir şeydir.

1934 Trakya Olayları sonrası yaşadıkları en büyük travma hiç şüphesiz 1986 Neve Şalom ve 2003’te Sinagoglara yapılan terör saldırılarıdır.

Kendi vatandaşlarımızı ibadethanelerinde teröre kurban veriyor ve 1986’dan beri Musevileri ibadethanelerine özgürce gidemiyor, her gidişlerinde korku ve tereddütle gidiyor, 1986’dan beri her Sinagogun kapısında güvenlik görevlisi oluyorsa burada suçlu gene biziz, neden Filistinlilere terörle destek vermeye kalkanlardan dolayı Türk Musevileri korku duyuyor, huzurla ibadethanelerine giremiyorlar diye herkesin düşünmesi gerekir ve acılarını kendi acılarımız gibi görmüyorsak bizde vatandaş ve insan olarak büyük bir sorun var demektir.

1942 Varlık Vergisini 2. Dünya Savaşından dolayı anlaşılır bir uygulama gibi düşünürdüm eğer Müslüman – Gayrimüslim demeden vergi herkese aynı ölçüde ve makul bir oranda uygulansa ve Aşkale Sürgünleri yaşanmamış olsaydı, ama hiçbiri olmadı o yüzden Varlık Vergisi bir faciadır. Gayrimüslimler çalışarak o servetleri yaptılar ve vergilerini de devlete her zaman ödediler ama 1942 Varlık Vergisi resmen servetin el değiştirmesiyle, Ermeni, Rum ve Yahudi vatandaşlarımızın girmediğimiz 2. Dünya Savaşında büyük acılar, kayıplar yaşadığı bir travmayla sonuçlandı, çünkü yüksek vergileri ödeyemeyip malını mülkünü kaybedenlerin yansıra Aşkale’ye çalışma kampına gönderilip hayatını kaybeden Gayrimüslim vatandaşlarımız var.

6-7 Eylül 1955’in yaşanması ise Cumhuriyet tarihinin en büyük utancıdır, başta Rumlar olmak üzere kendi vatandaşlarımız Gayrimüslimlere karşı kendi vatandaşlarımız yağma ve yüz kızartıcı suçlar işledi, ve bunun bir organize olaylar olduğunu bugün herkes biliyor. Atatürk’ün Selanik’te evine bomba atıldı yalan haberiyle sokağa dökülen, sağa sola saldıranların attığı nefret ve yağma bombası tamda başta İstanbul, İstiklal Caddesi olmak üzere yurdun muhtelif yerlerinde Gayrimüslim vatandaşlarımızın ocağına düştü. Sonuç, yakılan yıkılan ibadethaneler, işyerleri, saldırılan vatandaşlar ve yüz kızartıcı diğer suçlar ve kimliği, kültürü temelden değişen İstanbul’la birlikte Lozan’da hakları garanti altına alınmasına rağmen Rumlardan hemen hemen arındırılmış bir İstanbul, geri kalan Rumları da 1964 Rum Sürgünü ile bir gecede İstanbul’dan adeta kovduk ve bugün dersen toplasan bir köy halkı kadar dahi kalmayan Rum ahali, İstanbul’un kadim Rum ahalisi kadim yurtları İstanbul’da adeta var oluş savaşı veriyor, kiliseleri evlilik törenlerinden çok cenazeleri kalkıyor, çünkü yaşlanan nüfusla sayıları da dramatik şekilde azalıyor. 1923’ten 1971’e kadar Lozan Barış Antlaşmasına aykırı olmayan Heybeliada Ruhban Okulu’nun 12 Mart 1971 Askeri Darbesi ile Lozan’a ve kanunlarımıza aykırı olduğunu keşfettik!
Bir kere bir ülkede, herkes dinini özgürce yaşamalı, özgürce din adamalarını yetiştirmeli ama Lozan’da attığımız imzayı 1971’de yok saydık ve sözde darbe karşıtı çok büyük bir çoğunluk buna destek verdi ve bugün Rum Ortodoks din adamları Yunanistan’da eğitiliyor, sayıları azaldığı için Yunan din adamları Türk vatandaşı oluyor. Yunan müfredatına göre yetişen din adamları mı, yoksa Heybeliada Ruhban Okulu’nda yetişen din adamları mı Türkiye Cumhuriyeti’nin lehine olur?

Cevabı okur versin!

Patrik Bartholomeos
Patrik Bartholomeos
Allah uzun ömür versin, şimdiki patrik Bartholomeos’tan sonraki patrik Yunanistan’da yetişmiş biri olacak.

Her şeyden önce, Fener Rum Patrikhanesi Türkiye Cumhuriyeti’ne ait bir kurumdur, Patrik ve kiliselerde görev yapan din adamları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır ama Patrikhane’nin önündeki sokağa Yunanistan’da bir sürü soruları ardında bırakan bir trafik kazası ile hayatını kaybeden çok değerli bir şahıs ve Batı Trakya Türklerinin öncü isimlerinden Dr. Sadık Ahmet’in adı verilmiştir ve ondan öncede 1821 Yunan isyanlarına destek mahiyetinde Rus Çarına mektup yazdığı gerekçesiyle Patrik Gregorius’u asan Benderli Sadrazam Ali Paşa’nın adı aynı sokağa verilmişti ve Patriğin idamının yanlış olduğunu, haksızca idam edildiğine Ahmet Cevdet Paşa’nın “Tarih-i Cevdete” adlı eserinde belirtiği gibi Sultan 2. Mahmut’ta Sadrazam Benderli Ali Paşa’yı Kıbrıs’a sürgüne gönderip, Ali Paşa’nın idam ettiği Patrik Gregorius’tan sadece sekiz gün sonra 30 Nisan 1821’de Kıbrıs’ta idam ettirmiştir ve Patrik’in idamıyla Yunan ayaklanması daha da hız kazanmıştır, bundan da anlaşılacağı gibi bu idam Osmanlı’ya fayda değil zarar getirmiştir.

Fatih Sultan Mehmet ve Patrik 2. Gennedious
Fatih Sultan Mehmet ve Patrik 2. Gennedious
Patrikhanenin önüne ve bir avuç kalan Rum vatandaşlara Dr. Ahmet Sadık’ın adıyla neyin mesajı veriliyor, kendi vatandaşlarımıza Yunanistan’la aramızdaki sorunlar nedeniyle göz dağı veriliyorsa, bu Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışmıyor. Versenize o sokağa hem Türklerin hem Rumların saygısını kazanmış Rum kökenli Osmanlıların adını, mesela Marko Paşa gibi, mesela Kostaki Antopulos Paşa gibi, mesela Fatih sultan Mehmet’in de hürmet gösterdiği Türk hakimiyetinde ilk patrik olan Patrik 2. Gennadios gibi değerli insanların adını. Dr. Sadık Ahmet’in adını da verin büyük bir caddeye, veya Yunanistan’a mesaj vereceksen ver sınır kapısına!

Din adamı yetiştirme konusunda Rumların yaşadığı sorunu ve sıkıntıyı Süryani vatandaşlarımızda yaşıyor, din adamı yetiştirmek için Suriye’ye gitmek, orada eğitilmek zorundalar.
Her Türk vatandaşı kendine sormalı, modern Türkiye Cumhuriyeti Suriye’den insan hakları ve dini özgürlükler bakımında daha mı geride Süryani vatandaşlarımız din adamlarını Suriye’de eğitiyor?
Devletin dini adalettir ve adalet herkes için olmalı, Türkiye Cumhuriyeti laiktir ve herkese eşit mesafede olmalıdır.

1915 Ermeni Tehcirinin 1. Dünya Savaşı şartlarında alınmasını tartışacak değilim, Lozan Antlaşması ve Malta Duruşmaları ile halledilen bu meselenin bugün Türkiye’ye karşı bir silah olarak kullanılmasının önüne geçilmesi gerekir. Bütün bunları bir yana bırakıyorum, 3 Aralık 1921’de imzalanan Gümrü Anlaşmasıyla TBMM Hükümetini, yani Türkiye Cumhuriyeti’ni ilk tanıyan devlet Ermenistan’dır. Ermenistan’ın başta Fransa, Amerika ve Lübnan’da bulunan eski Osmanlı vatandaşı olan ve kendilerini Türkiye’ye karşı konumlayarak kendilerine hayat sahası açan Diaspora Ermenilerinden bağımsız hareket etmesi mümkün değil ama yine de bu ülkeyle barış için Türkiye’nin eli uzatılmalı ve sınır Ermenistan’a açılmalıdır, Diaspora Ermenilerinin elinde oyuncak gibi kalan Ermenistan halkının iş ve ticaret için tercih ettiği ülke Türkiye’dir ve binlercesi İstanbul’da yaşıyor, çalışıyor. Azerbaycan’a ait Karabağ’ın 1990’lı yılların başındaki işgaliyle Ermenistan’a kapanan sınır Azerbaycan’ın topraklarını işgalden kurtarmasıyla artık açılmalıdır, Gürcistan üzerinden başından beri delinen ambargo artık kaldırılmalıdır, bu adımlarla en azından çoğu 1915 sonrası Anadolu’dan göçen eskiden vatandaşımız olan Ermenistan Ermenilerine ve Türkiye’nin en kalabalık Gayrimüslim nüfusuna sahip Ermeni vatandaşların burukluğu, kırgınlığı kısmen de olsa giderilmeli.

Konu uzun, ve yazdıkça da uzar, eğer aktör Rana Cabbar’ın yaptığı gibi bir Gayrimüslim vatandaşımız dinini, kimliğini ve adını saklayarak var olma mücadelesi, topluma kendisini bu şekilde kabul ettirmek mücadelesi veriyorsa bunun sorumlusu da suçlusu da biziz.

Metin Yılmaz – NationalTurk

YUNANİSTAN KİRA GARANTİLİ GOLDEN VİSA PROJESİ

Yunanistan Kira Garantili Golden Visa Programı Satılık Gayrimenkul

Yunanistan Golden

NationalTurk

NationalTurk gazetesi, yazarları ve yorumcuları en doğru ve tarafsız olarak gündeme dair en önemli haberleri size ulaştırır. NationalTurk | Objektif | Bağımsız | Farklı

Bir yanıt yazın

Maldivler Turu
Başa dön tuşu