Müslüm Gülhan Yazdı: Tanrının Eli

NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan'ın dün akşam hayatını kaybeden efsane futbolcu Maradona ile ilgili kaleme aldığı "Müslüm Gülhan Yazdı: Tanrının Eli" başlıklı yazısı;

1980’deki yerel seçimlerde oy pusulalarına ‘Viva Maradona’ yazıldı, saçından bir parça yerel bir tapınakta güvenli şekilde korunuyor, yüzü Napoli’deki duvarların birçoğunu hâlâ süslüyor. İşler o duruma gelmişti ki 1990 Dünya Kupası’nda ev sahibi İtalya ile yarı finalde, Napoli’de karşılaşan Arjantin deplasmanda değil kendi evindeydi! Çünkü stadı dolduranlar İtalya’dan yana değil Maradona’dan yanaydı.

Cuntanın ve Videla denen diktatörün yönetim mekanizması, 30 bin kişiyi yok etmesine, ülke içinde faşist baskı ve hanedanlık kurmasına karşın, her diktatör gibi IQ sorunu yaşamasının sonucu kaçınılmaz olarak ülkeyi bir çıkmaza sürüklemişti.

Darbe döneminin son demlerini yaşayan ve demokrasi taleplerinin gür bir sesle dile getirildiği günlerde, Arjantin’in yönetimini elinde bulunduran Videla cuntası, Malvinas Adaları’nın ülkenin bir parçası olduğunu hiddetle savundu.

Her faşist yönetim gibi, krizi yönetmedeki çaresizlik ve yine yeni krizlerle sonuç alma kısır döngüsü içine sıkışıp kaldığından, bu Arjantin’deki rütbeli canlı türü de çareyi Falkland Adalarına saldırarak yeni bir kaosla beslenmede bulmuştu.

2 Nisan 1982’de başlayan, Güney Georgia Adaları’nın işgaliyle genişleyen ve 26 Nisan’da Arjantinli komutanların teslim olmasıyla sona eren savaşta, İngiltere’nin 258 ve Arjantin’in 649 askeri öldü.

1986 yılında Arjantin çeyrek final maçında İngiltere ile karşılaşınca ister istemez süreç futbol dışındaki Falkland Savaşının sonuçlarına odaklandı. Bu her iki takım üstünde, ama savaşta Arjantin kaybeden olduğu için onun üstünde daha fazla olmakla beraber baskı unsuru oldu.

İngilizler dışında kimse kızıp eleştirmedi hatta eleştirmek istemedi o ‘Tanrının Eli’ golünü. 10 saniye içinde 5 İngiliz futbolcuyu 6 kez çalımladıktan sonra FİFA tarafından ‘yüzyılın golü’ seçilen ikinci golü ile Maradona savaşa bulaşmadan ve o dönemin liderlerinin aksine, insani tavırlarla bir zafer kazanarak, ülkesini ve İngilizleri de bu kısır döngü içinden bu muhteşem oyun sayesinde kurtarmıştı.

Doğa üstü yeteneklere sahip bir futbolcunun, sadece yetenekleri yoluyla barışa katkı yapmasının gücü, oynadığı futbol sayesinde tüm dünya tarafından kazandığı itibarda saklıydı.

Tabii 1986 Dünya Kupasındaki misyonu, sadece İngiltere karşısında kazandırdığı zafer ile siyasilerin yapamadığı barışa katkı yapması değildi, o muhteşem oyun yeteneği sayesinde ülkesine kupayı kazandırmasıydı.

Tüm dünyadaki kupayı takip eden insanları ilgilendiren yönü buydu.

Turnuva boyunca Maradona 90 kez, Arjantin’in herhangi bir oyuncusundan üç kat daha fazla top sürdü. Ayrıca 53 kez faule maruz kalarak diğer oyunculara göre takımına iki kat daha fazla serbest vuruş kazandırdı. Maradona turnuva boyunca Arjantin’in 14 golünün 10’unu 5 gol ve 5 asistiyle kendisi gerçekleştirdi.

Burada Maradona’nın Pele ile olan topa hükmetme ayrıcalıkları ortaya çıkıyor. Pele’nin bütün teknik özelliğine karşın, Maradona’nın sol ayağındaki marifet ile vücudunun üst ve alt kısmındaki büyük gücü, topu bu ayağı ile oynamasındaki becerilerine koruyucu ve destekleyici olarak görev bilinci içinde büyük katkı yapıyordu. Bu gücü topa yönelik olmaktan ziyade, sol ayağındaki tanrısal maharete hizmet için kullanması onun farklılığının ortaya çıkmasına neden olmuştu.

Sol ayağındaki maharet dünyayı yörüngesinde tutmaya neden oluyordu!

Kaybedilen Falkland savaşındaki top tüfek yerine, Maradona’nın sol ayağı İngilizleri yenmesine yetmişti.

Müslüm Gülhan Yazdı: Tanrının Eli

Turnuva sonunda yapılan oylamayla turnuvanın en iyi oyuncusu seçilerek Altın Top ödülünü aldı. Azteka Stadyumu’nun girişine heykeli dikildi.

Azteka Stadyumu, Dünya Futbolu adına ilahi güce sahip iki oyuncuya ev sahipliği yapma özelliğine sahiptir.

Sanırım Azteka panteonlar arasında en değerli konuma erişmiştir.

Bu sadece Azteka’ya ait bir değer değil Meksika için de büyük onur.

1970 Brezilya ve Pele, 1986 Arjantin ve Maradona.

İki farklı tarihte ve tarihin görebileceği en yetenekli ilahi kişilerin yeteneklerini seyretme ve zaferlerine şahit olmak, her stadyumun veya her ülkenin harcı değildir. Bu büyük bir ayrıcalıktır. Azteka Stadı 1970 yılında 107 bin 412 seyircinin izlediği ve Brezilya’nın İtalya’yı 4-1 yendiği maça ve 1986 yılında, 114 bin 600 seyircinin izlediği ve Arjantin’in Almanya’yı 3-2 yendiği final maçlarına ev sahipliği yapmıştı.

Bu panteonlar arasındaki en büyük ayrıcalıktı.

San Paolo Stadı Maradona için panteon, İtalya için sınıfsal alan.

Burada anlatılması gereken mitolojik bir hikâye var. Bunu edebi bir içerik ile anlatarak ve abartarak fakat abartılanların bile yetersiz kaldığı gerçeklerin olduğunu asla unutmadan anlatmak lazım.

İşte Çağatay Çelik’in kaleminden o müthiş hikâye.

“Buenos Aires’in gecekondu mahallesinden çıkan bir çocuk 20’li yaşlarına geldiğinde dünyanın en pahalı futbolcusu olmuştu. Hem de İtalya’nın en yoksul şehirlerinden birine transfer olarak! Diego Maradona, İtalya’nın belki de inancına en bağlı olduğu bu şehirde yaşayanlar tarafından hâlâ ‘Tanrı’ olarak görülüyor. Bu durum sadece oynadığı futbol ya da kazandırdığı kupalarla açıklanmıyor. O, içinde politikanın da bulunduğu bir isyanın simgesiydi. Napolilerin deyişiyle: “1987’de diğer İtalya yenildi. Yeni bir imparatorluk doğdu.”

Bu hikâyeyi şöyle özetlemek pek yanlış olmaz. Roma Katolik Kilisesi’ne en bağlı yaşayan şehirlerden birinde, bir kimseyi yüceltmek küfür sayılır. Bu olay, onlar için Tanrı ve dine hakaret gibi kabul edilirken bir Arjantinlinin şehre ayak basmasından birkaç yıl geçmesinin ardından Tanrı gibi kabul edilmesi, ortaya ilginç bir paradoks çıkarıyor.

Takvim yaprakları 10 Mayıs 1987’yi gösterdiğinde İtalyan antropolog Amalia Signorelli şöyle yazmıştı: Dünya değişti… Avrupa’nın en gürültülü, kaosun en bol olduğu şehir terk edildi… Haksız da değildi. O an Napoli’de bulunan bir turist, şehri ‘hayalet şehre’ benzetmişti. Peki herkes neredeydi? Tabii ki Maradona’nın karşılamasında!

Sessizlik bir süre sonra yerini kutlamalara bıraktı. Ama ne kutlama! John Foot’un gözlemlerine göre o anlar, tam olarak Napolitan karakterini yansıtıyordu: İroni, parodi, ürkütücü, müstehcen ve bolca küfür! Şehir mezarlığında bulunan bir duvar yazısı her şeyi özetliyordu: “Çocuklar! Neyi kaçırdığınızı bilmiyorsunuz!”

Napoli’nin ilk şampiyonluğu sadece futbol açısından bir kilometretaşı değildi, aynı zamanda sosyo-politik bir bağlamı da vardı. O dönemde İtalya’da bölgesel ve ayrılıkçı bir politika izleyen Lega Nord partisinin güney karşıtı siyaseti, İtalya’da oldukça kabul görüyordu. Maradona’lı Napoli’nin başarısı, bu düzene de bir meydan okumaydı! Napoli’nin verdiği mesaj sadece futbolla sınırlı değildi: “Mayıs 1987’de diğer İtalya yenildi! Yeni bir imparatorluk doğdu!”

Napoli, 1986-87 sezonunda kuruluşundan 61 yıl sonra ilk kez şampiyonluğa ulaşırken mimarı da Diego Armando Maradona oldu. Arjantinli, Platinili Juventus’u, Van Bastenli Milan’ı, Matthauslu Inter’i ve Zicolu Udinese’yi alt etmeyi başardı. Bu hikâye dört yıl daha sürdü…

Napoli’nin ilk şampiyonluğunda Ottavio Bianchi, ikincisinde ise Alberto Bigon’un önderliğinde toplanan bu futbolcular, bir şehre unutamayacakları yıllar yaşattı. Ama tüm bunlara rağmen bu takım Maradona’nın takımıydı! Belki de sorun buydu… Arjantinlinin kişisel hayatı çalkantıya girdiğinde düşüş de başladı.

Dönemin ünlü gazetecilerinden Gianni Brera, Maradona’yı tasvir etmek için ‘İlahi kürtaj’ ifadesini kullansa da Napolililer için Arjantinli, Tanrı’dan farksızdı. Şehrin her yerinde motifleri bulunan Aziz San Gennaro’nun kollarında olduğu grafitiler bile yapıldı! Ama Napolililer bir şeyi unutuyordu: Maradona, insandı.

Şubat 2013’te bir adam bir balkonda aşağıda kendisine ‘tapan’ insanlara bakıyordu. Gülümsedi, el salladı ve aşağıdan yükselen tutku dolu havayı soludu. Bu, Vatikan’da cemaatine seslenen Papa değildi. Vatikan’dan 200 kilometre uzaklıktaki Napoli’de bulunan Royal Continental Otelindeki Maradona’ydı!

Giuseppe Garibaldi, İtalya’yı 1861’de politik olarak birleştirmiş olsa da aradan geçen 159 yılda kültürel birleşmenin halen gerçekleştirilemediği düşünülüyor. Kuzeyde Milano, Torino ve Cenova’nın ticaret ve sanayi merkezleriyle İtalya’yı taşıdığı, güneyin ise yolsuzluk, suç ve işsizlikle onları geri çektiği görüşü benimseniyor.

Maradona’nın geldiği 1984 yılına kadar İtalya anakarasında bulunan hiçbir güney kulübü, şampiyonluğa ulaşamamıştı. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ise Milan, Torino ve Genoa’dan çıkan kulüpler, 39 şampiyonluğun 33’ünü elde etmişti. Güneydeki en büyük kulüp olan Napoli’nin ise sadece İtalyanların verdiği adla ‘çakma’ İtalya Kupası vardı.

1980’deki yerel seçimlerde oy pusulalarına ‘Viva Maradona’ yazıldı, saçından bir parça yerel bir tapınakta güvenli şekilde korunuyor, yüzü Napoli’deki duvarların birçoğunu hâlâ süslüyor. İşler o duruma gelmişti ki 1990 Dünya Kupası’nda ev sahibi İtalya ile yarı finalde, Napoli’de karşılaşan Arjantin deplasmanda değil kendi evindeydi! Çünkü stadı dolduranlar İtalya’dan yana değil Maradona’dan yanaydı.

En önemlisi, toplumsal bir tepkiyle, futbolun tanrısal boyutunu ortaya koyan Maradona’nın kabullenilmiş değer olmasındaki realitesinin kendi ülkesindeki karşılığı kutsal bir boyuttadır.

“Boca es mi religion, Maradona es mi dios, La Bombenera es mi iglesia” (Boca dinim, Maradona tanrım, Bombonera ise mabedim).

Estadio Alberto J. Armando bilinen ismiyle La Bombonera, Arjantin’in Buenos Aires şehrinin La Boca bölgesinde yer alan ve Arjantin’in köklü kulüplerinden Boca Juniors’un 49.000 seyirci kapasiteli iç saha maçlarını oynadığı stadyumun girişinde bu yazı yer alır.

Exit mobile version