Fidel Castro: Dünyanın çok az zamanı kaldı! Tarafsız gerçekler ve hayaller

Fidel Castro

Küba Devrim lideri Fidel Castro tarafından yazılan ve Granma gazetesinde yayınlanan ‘Tarafsız Gerçekler ve Hayaller’ başlıklı makale;

İnsanoğlu bugün 230 milyon yıldır varolduğu bilgisine sahip. Daha önemli ve eski bir bilgiye sahip olduğumuzu düşünmüyorum. Diğer insansılar da varoldu. Avrupa kaynaklı neandertal veya Asya’daki Denisova büyük insansı maymunları varoldu ancak hiçbiri Etiyopya’daki homo sapiens fosilleri kadar eski değildir.

Diğer bir yandan o dönemde yaşamış olan çok sayıda canlının fosilleri günümüze gelmiştir. Bunlar arasında 200 milyondan fazla yıl öncesine giden dinazor fosilleri sayılabilir. Çok sayıda bilimadamı bu memelilerin Tehuantepec Yarımadasına çarpan bir göktaşına kadar yaşadığını düşünüyor.

Bugün üzerinde yaşadığımız gezegenin tarihi de biliniyor. Bir yıldız kümesinden koparak soğuyan ve zamanla çok yavaş işleyen bir süreçte belirginleşen bir yapıya sahip oldu. Dünyamızı oluşturan çok sayıda elementin tamamının keşfedilip keşdefilmediği bilinmiyor. Önceden bilinmeyen ancak günümüzde geliştirilen teknolojiler sayesinde bu alanda da ilerlemeler sağlanıyor.

Yiyecek olarak tüketilen bazı bitkilere ait tohumların yaklaşık 40 bin yıl önce kullanılmaya başlandığı anlaşılıyor. Yaklaşık 10 bin yıl önce hasat mevsimlerine göre hazırlanmış olan ilk takvimlerin ortaya çıktığı görülüyor.

Bilim bize doğuştan gelen kendi kendine yetme sorunumuz yüzünden alçak gönüllü olmamız gerektiğini hatırlatıyor. Bu şekilde varolma durumumuzun bize yaşattığı ayrıcalığın farkına varıp, önlemlerimizi önceden alabiliriz.

Sayısız nesil ve sayısız fedakar insan, özellikle de kendilerini feda eden anneler bu sömürülen ve yağmalanan dünyamızda yaşadı ve yaşıyor.

Doğada annelik kavramının babaya göre öne çıktığı görülüyor. Kutup bölgesinde Eskimolardan Afrika’nın balta girmemiş cangıllara kadar kadınlar sadece ailelerine bakmakla kalmıyor, toprakla uğraşıp yiyecek üretiyor.

Doğadaki hayatın geçmişi, bugünü ve yarınıyla ilgili edindiğimiz bilgileri değerlendiren herkes çok az zamanımızın kaldığını ve her anın önemli olduğunu görecektir.

Virüsler kendilerini hiç beklenmedik şekillere sokacak şekilde değiştirebiliyorlar ve bu sayede insan beslenmesinin temel dayanağı olan bitki ve hayvanları olumsuz şekilde etkileyebiliyorlar. Özellikle yaşlı ve çocuklarda hastalıkların artmasına ve şiddetlenmesine yol açıyorlar.

Gezegenimizde yaşayan milyarlarca kişinin artan sayıda sorunla başa çıkabilmesi için neler yapılabilir?

Diyelim ki 200 farklı insan grubu dünyamızın doğal kaynakları üzerinde hak iddia ediyor ve uzlaşmaya varamıyor. Yurtseverlik insanoğlunun geliştirdiği en geniş dayanışma duygusudur. Bu örneğimizde bunun çok düşük seviyede olmadığını farzedelim.

Bu duygunun tarihçilerin klanlar olarak adlandırdığı geniş aile gruplarının aktiviteleriyle başladığı ortadadır. Amaçladıkları hedefi yerine getirmek için birarada davranmak durumunda olan klanların işbirliği olanaklarını araştırmasıyla genişlemiştir. Bu tür ilişkiler kimi zaman mücadele biçimine evrilse de daha da gelişerek daha üst düzey örgütsel formları, kabileleri meydana getirecektir.

100 bin yıl sonra bile ancak gelişmiş ve karmaşık bir süreçle üretilen parşomen üzerine kaydedilen yazılar ancak 4 bin yıl öncesine ait olacaktır.

İnsanoğlunun her dönemde düşünme ve fikir geliştirme gücü dikkat çekici. Antik Yunan’daki insanların modern insandan daha az zeki olduğunu düşünmüyorum. Şiirleri, felsefe metinleri, heykelleri, tıp bilgileri, Olimpiyat Oyunları; güneş ışınlarını düşman gemilerinde toplayarak tutşturabilecek karmaşıklıkta yaptıkları aynaları ; Sokrat, Eflatun, Aristo, Galen, Arşimed ve diğerlerinin eserleri antik dünyayı aydınlatmıştır. Bunlar çok sıradışı kişilerdi.

Çok uzun bir yoldan sonra insanoğlunun modern tarihine ulaşıyoruz.

Bizim ülkemizde ise kritik günler çok yakındaydı, Sovetler Birliğini derin bir kriz sarstığında ABD topraklarına sadece 90 mil uzaklıktaki ülkemiz zorlu günler yaşadı.
1 Ocak 1959 günü ülkemiz 402 yıllık İspanyol sömürgeciliğinin ardından gelen 59 yıllık yeni sömürgecilik kaderini kırarak kendi kaderini kendi eline aldı. Artık aynı dili bile konuşmayan, etnik farklılıkları olan bir topluluk değil, beyazlardan, siyahlardan ve yerli Amerikalılardan oluşan yeni bir ulustuk, her yeni ulusta olması olağan erdem ve zayıflıklarımızla. Adamızda işsizlik, az gelişmişlik ve eğitimsizlik seviyesinin acınacak düzeyde olduğunu söylememe gerek bile yok. İnsanlar sadece ABD’de hakim olan basın organları ve egemen edebi yayınların bilgisine sahipti.

Halkımız bağımsızlık için onyıllar boyunca İspanyol baskısına ve silahlı birliklerine karşı verilen mücadeleden habersizdi.

Sömürgeci mantığı çok iyi anlatan “Olgun meyva” anlayışının tarihi de atlanmamalıdır. Buna göre güçlü sömürgeci devlet çevresindeki ülkelerin bağımsız olmasını istemeyerek bu yönde girişimleri karşısına almış, bu tür torpakları ilhak etmeye kalkışmıştır, adamız da bu hamleden payını almıştır.

Havana Limanında demirli Maine savaş gemisi patladığında adadaki binlerce İspanyol askeri zaten yenik durumdaydı. Bu mağlubiyet gelişmiş silahlarına rağmen ABD Silahlı Kuvvetlerinin bir gün Vietnam’da yaşayacağının aynısıydı. Savaş boyunca insanların hala hayatlarını etkileyen kimyasal silahlar kullanılmış, yenilgiden dolayı Nixon bir ara kahraman Vietnam halkına karşı nükleer silah kullanmayı bile aklından geçirebilmiştir.

Sovyetler Birliğiyle olan ilişkilerimizdeki tatsız bir durumu aktarmazsam söylediklerimin net olarak anlaşılmamasından çekiniyorum. Bu da 1962 Küba Füze Krizi sırasında Nikita Hruşçov’un aldığı kararı öğrendiğimizdeki düşüncelerimizden kaynaklanıyor.

Hruşçov’un John F. Kennedy ile nükleer başlıklı füzeleri ülkemizden almak konusunda anlaştığını öğrendiğimizde herhangi bir anlaşma için vazgeçilmez olarak değerlendirdiğim beş noktayı belirterek yayınladım. Sovyet lideri, sürecin en başında Küba’daki füzelerden sorumlu komutanı uyardığımızı ve ülkemizin Sovyetler Birliğinin bir ileri mevzisi olarak görülmesini istemediğimizi biliyordu, adamızın diğer Latin Amerika ülkelerinin bağımsızlık mücadelesi için örnek olma gibi bir sorumluluğu var. Ancak tüm bu argümanlarımıza rağmen Sovyet komutanı, yine de olası bir saldırıya karşı caydırıcı bir gücü elde tutmanın öneminden bahsetmişti. Bu ısrar üzerine verdiğimiz cevapta eğer bu konuşlandırma sosyalizmin korunması için elzemse konunun tamamen farklı bir boyutta değerlendirilmesi gerektiğini belirttik, çünkü son tahlilde hepimiz devrimciydik. Komutana Küba Devrimi önderliğinin cevabını iki saat içinde ileteceğimi söyledim.

Kübayla olan ilişkilerde Hruşçov, onurlu davranmıştır. ABD şeker kotasını kaldırıp ticaretimizi sabote etmek üzere abluka uyguladığında, benzer durum petrolde de yaşanınca tüm ürünlerimizi satın aldılar. Bu yardım olmamış olsaydı, ekonomimiz büyük bir sorunla karşı karşıya kalırdı. Küba’nın asla teslim olmayacağı ölümüne bir savaş başlamıştı. Hem saldırgan için hem de bizim için savaş çok kanlı oldu. 300 bin dolayında silahımız vardı, Batista diktatörlüğünden devrolan 100 bin silah bu sayıya dahildir.

Sovyet lideri büyük bir prestije sahipti. Fransa ve İngiltere’nin Süveyş Kanalını İsrail desteğiyle işgal etmesi sonucunda ortaya çıkan oldu bitti karşısında Hruşçov, Fransız ve İngiliz birliklerinin çekilmemesi durumunda nükleer silahlara maruz kalacakları uyarısında bulunmuştu. Eisenhower liderliğindeki ABD yönetimi o dönemde bir savaş durumuna dahil olacak durumda değildi. O zaman Hruşçov’un şu sözleri dikkat çekiciydi: “Füzelerimiz bir sineği bile vurabilecek kapasitede.”

Bu olaydan az sonra dünya yine bir savaşın eşiğine geldi. Bu zamana kadarki en tehlikeli gelişmeler yaşanıyordu. Hruşçov sadece bir lider değil 2. Dünya Savaşı sırasında Stalingrad savunmasından sorumlu başarılı bir siyasi komiserdi. 4 milyon askerin savaştığı bu çok zorlu savaşta Hruşçov çok başarılı olmuştu. Savaşta Naziler yarım milyon askerini kaybetmişti. Hruşçov Küba Füze Krizi yüzünden alaşağı oldu, 1964 yılında yerine Leonid Brejnev geldi.

Genel kanıya göre büyük bir bedel ödenmiş olsa da ABD’nin Küba’yı işgal etmeyeceğinin teminatı alınmıştı. Brejnev ülkemizle çok iyi ilişkiler geliştirdi. 28 Ocak 1974 günü ülkemizi ziyaret etti, Sovyetler Birliği’nin askeri altyapısını geliştirdi, Sovyet askeri akademilerinde çok sayıda Kübalı subayın yetişmesini sağladı, ülkemize karşılıksız silah desteği verdi, yüksek güvenlikli su soğutmalı nükleer elektrik santralının kurulmasına ön ayak oldu, ülkemizin ekonomik hedeflerine ulaşmasına yardımcı oldu.

10 Kasım 1982 günü ölmesinin ardından yerine KGB şefi Yuri Andropov geldi. Brejnev’in cenaze töreninde en ön safta olan Andropov SSCB’nin başına geçti. Tanıyabildiğim kadarıyla çok ciddi bir adamdı, çok da dürüst.

Bize ABD tarafından bir saldırıya maruz kalmamız durumunda yanlız başımıza savaşmak durumunda olduğumuzu bildirdi. Ona eskiden olduğu gibi bedelsiz silah alıp alamayacağımızı sorduğumuzda olumlu cevap verdi. Ona verdiğimiz cevapta, “Merak etmeyin, bize sadece istilacıların bizden çaldıklarının yerine koyacak kadar silah vermeniz kafi.” demiştik.

Bu bilgiden çok az sayıda yoldaşımızın haberi oldu, bu tür bir bilginin düşman tarafından bilinmesi çok tehlikeli olabilirdi.

Küba’da 1 milyon savaşçıyı örgütleyenbilmek adın dostlarımızdan silah istemeye karar verdik. Durumu bütün açıklığıyla anlattığımız, kendisi de deneyimli bir savaşçı olan yoldaş Kim İl Sung bizden tek bir kuruş talep etmeden 100 bin Kalaşnikov tüfeği gönderdi.

Krize sebep olan neydi? Hruşçov, Kennedy’nin gerekli siyasi ve diplomatik ortam hazırlandıktan sonra Küba’yı doğrudan işgal etme planınını görmüştü. Özellikle Domuzlar Körfezi bozgunundan sonra bölgede sürekli olarak askeri tatbikatlar yapılıyordu. Domuzlar Körfezi sırasında Küba hava sahası üzerinde en az 40 tane B-26 bomba uçakları dahil olmak üzere yoğun bir trafik vardı. Paralı askerler hava sahamıza hakim olmak için ana hava üslerimizi hedef aldılar. Ancak uçaklarımız farklı hava üslerinde dağınık bir şekilde buluduğundan dolayı ilk saldırının etkisi sınırlı oldu. İşgalin ilk saatlerinde savaş uçaklarımız havadaydı ve savaşıyordu.

Dürüst bir Amerikalı yazarın olanları ABD açısından tam bir fiyasko olarak nitelendirdiğini anımsatalım. Bozgundan sonra sadece 2-3 paralı askerin Miami’ye dönebildiğini söylemem herhalde sonucu anlatmaya yeterli olur.

ABD Silahlı Kuvvetleri tarafından adamıza karşı yapılacak olan olası bir işgal, düşman için muazzam bir kayıpla sonuçlanacaktır. Öyle ki Vietnam’da kaybettikleri 50 bin askerin çok üzerinde bir kayıptan bahsediyorum. O dönemde Vietnam bozgunundan alınan dersleri de almamışlardı.

Özetlersem, 28 Ekim 1962 günü Küba’ya danışılmadan alınan kararla aynı fikirde olmadığımı belirttim. Karar kapsamında 42 adet stratejik füze SSCB tarafından kaldırılacaktır. Sovyet liderine daha önceki anlaşma uyarınca bize herhangi bir bilgilendirme yapılmadığını bildirdim. Bu düşüncem şöyle de formüle edilebilir; “Beni yanlış olduğuma ikna edebilirsin ama beni ikna etmeden yanlış olduğumu söyleyemezsin.” Bizim için olmazsa olmaz olan beş noktayı sıraladım:

1.Ekonomik ablukaya son verilmesi ve dünyanın her tarafından ABD tarafından ülkemize karşı uygulanan ticari tedbirlerin kaldırılması
2.Hava ve deniz yoluyla ülkeye kaçak silah sokulması, paralı asker işgal girişimleri, ajan ve sabotajcıların ülkeye sokulması, ABD başta olmak üzere komşu ülke topraklarının Küba karşıtı üs haline dönüştürülmesi gibi tüm gizli faaliyetlere son verilmesi
3.ABD ve Porto Riko topraklarından yapılan korsan saldırıların son bulması
4.Küba hava ve deniz ulaşımına yönelik ABD savaş gemileri ve savaş uçakları tarafından yapılan engellemelerin kaldırılması
5.Guantanamo Deniz Üssünden çıkılarak , ABD tarafından hukuksuz işgal edilen Küba topraklarının geri verilmesi.

Olaydan hemen sonra Başkan Kennedy ile Küba Füze Krizi hakkında görüşen Fransız gazeteci Jean Daniel’den gelen bilgilere göre Kennedy çok zor bir süreçten geçtiğini belirterek benim durumun ciddiyetini kavrayıp kavrayamadığımı sorgulamış. Haberler üzerine Fransız gazeteciyi Küba’ya davet ederek bu konuyu açıklıa kavuşturmak için görüşmeyi önerdim.

Daniel Küba’ya geldi ve benden röportaj için bir randevu istedi. Geldiği gece onu arayıp onu görmek istediğimi ve konuyla ilgili görüşmemizi Varadero’da yürürken yapabileceğimizi söyledim. Ertesi gün Varadero’da buluştuk, onu öğle yemeğine davet ettim. Gittiğimiz yerde radyoyu açar açmaz Kennedy’nin Dallas’da suikast sonucu öldürüldüğü haberini duyduk.

Konuşacak bir şey kalmamıştı. Doğal olarak ona Kennedy ile yaptığı röportajı sordum, Başkandan oldukça etkilenmişe benziyordu. Bana Kennedy’nin tam bir düşünce makinası olduğunu söyledi, suikast haberinden sonra dağılmıştı. Onu bir daha görmedim.

Ben de kendi çapımda o gün olanları araştırdım, orada olanları anlamaya çalıştım.

Lee Harvey Oswald’ın davranışları gerçekten garipti. Kennedy suikastından önce Küba’ya gelmeye çalıtığını biliyordum, hareket halindeki bir hedefi yarı otomatik bir tüfekle vurduğu iddia ediliyordu. Bu silahı kullanmasını çok iyi bilirim. Ateş ettikten sonra nişan almaya yarayan gez kısmı yerinden oynar ve hedef gözden kaybolur, bu durum başka bir silahta olmaz. Eğer silah sabitlenmişse ve dürbünlüyse çok keskin nişan alınmasına yarar ancak hedef hareketliyse sorun yaratır. Bir saniyenin içinde arka arkaya iki el ateş edildiği ve bu iki atışın da isabetli olduğu söyleniyor. Oswald’ın yakalandıktan sonra polis denetimindeyken başka bir kişi tarafından vurulabilmesi de bir tür şaka sanki.

Kimseyi zan altında bırakmak istemiyorum, bu onların bileceği bir şey ancak petrol devleriyle içli dışlı olan müstakbel Başkan Johnson apar topar Vaşington’a uçtuğunda amaçları Küba’yı işgal etmekti. Yıllar sonra suikaste uğrayan Kennedy’nin oğlu beni ziyarete geldi, birlikte yemek yedik. Yazmayı çok seven hayat dolu bir gençti. Kısa bir süre sonra tatile giderken basit uçağıyla fırtınada kazaya kurban gitti. Daha sonra Karakas’ta ABD başsavcısı olan Robert Kennedy’nin eşi ve çocuklarıyla görüştüm. Kendisi Hruşçov ile yürütülen görüşmelerde yeralmıştı. O da suikasta kurban gitti, dünya dönmeye devam ediyor.

Toparlıyorum, bu satırların yazarını bugün 87. yaş günü olmasından dolayı mazur görün lütfen, notlarıma bakacak zamanım olmadı.

Haberler sürekli olarak dünyayı etkisine alması beklenen gündemlerle dolu.

Russia Today televizyonu internet sitesine göre Noam Chomsky, “ABD siyaseti terörü artırmaya yöneliktir.” demiş.

“Filozofa göre ABD’nin amacı toplum içindeki korkuyu artırmak. Şimdiye kadar görülen en yoğun uluslararası terör harekâtı yürütülüyor, insansız hava araçları ve özel birlikler bu siyasetin temel taşları.…”

“İnsansız hava araçları potansiyel terörsitler yetişmesine sebep oluyor.”

“Ona göre ABD’nin geniş bir harekâtla kendisine sürekli olarak düşman kazanmasıyla, terörzime karşı istihbarat ağını genişletecek tedbirlere başvurması çok ilgi çekici.”

“Chomsky çok sayıda örnek veriyor. En öne çıkanı ise Luis Posada Carriles’in hikayesi. Venezuela’da aranan bu kişi içinde 73 kişinin bulunduğu bir uçağı havaya uçurmaktan suçlu bulunmuş durumda.”

Bugün, son yıllardaki en iyi arkadaşımı anmadan edemeyeceğim, Bolivarcı Venezueal Silahlı Kuvvetlerinde vücut bulmuş alçakgönüllü ve yoksul bir kahraman – Hugo Chávez Frías.

Okuduğum sayısız kitap arasında beni etkileyen kitapların başında geliyor. Şiirsel ve betimleyici diliyle etkileyen, kültürlü ve zeki cevaplarıyla kendine hayran bırakan, kendisine Fransız gazeteci İgnacio Ramnoet tarafından sorulan iki bin soruya verdiği cevaplarla hayran bıraktıran eserden bahsediyorum.

Bu yıl 26 Temmuzda, Moncada y Carlos M. de Cespedes Kışlası baskının 60. yıldönümü kutlamaları sebebiyle Santiago’ya gelen Ramonet, son eseri “Hugo Chavez, Hayatımın ilk yılları” adlı eseri bana ithaf etmiş.

Bu eserin yazım sürecine taslak okumaları yaparak katılmı şolmaktan gurur duyuyorum.
Ona söz verip de yerine getiremediğim bir kitap revizyonu borcum da bulunuyor.

26 Temmuz 2006 günü ağır bir şekilde hastalandım. Durumun çok ciddi olduğunu öğrendikten sonra 31 Temmuz günü Devlet Konseyi Başkanlığı görevimden istifa ettiğimi bir an olsun çekinmeden ilan ettim. Ayrıca yerime derhal uygun bir yoldaşın göreve başlamasını önerdim.

“Fidel ile Yüz Saat” adlı kitabın gözden geçirilmesi görevimi bitirmem gerekiyordu. Kötü durumdaydım, dikte ederken bazen uykuya yenik düşebiliyordum. Her şeye rağmen her gün şeytani gibi gelen sorulara cevap verdim ve sonunda bu çalışma da bitti.

Hayatımın yedi yıl daha devam edeceğini tahmin bile etmiyordum. Daha önceden öğrenme fırsatım olmayan şeyleri bu sayede okuyarak ve çalışarak bilir konuma geldim. Yeni gelişmelerin ve ilerlemelerin herkesi de aynı şekilde şaşırttığını düşünüyorum.

Hugo Chavez ile ilgili yanıtlanması gereken çok soru var. Venezuela Devlet Başkanı olduğu dönemden itibaren hayatının en mükemmel anları hala yanıtlanmayı bekliyor.

Onu yakından tanıyanlar idelojik sorunlara öncelik verdiğini bilirler. Bir eylem ve fikir adamı olarak Chavez kendisine çok çektiren acımasız hastalık karşısında şaşırsa da yakınlarını büyük üzüntüye sevk eden hastalığıyla hiç paniğe kapılmadan büyük bir cesaretle yüzleşti. Bu dönemde hayatına rehberlik eden Bolivar’dı.

İnsanlık tarihine şanlı sayfalar yazan iki liderdi ikisi de.

Şimdi hepimiz “Hugo Chavez, Hayatımın devamı” adlı ikinci kitabı bekliyoruz, o olmadan anlatılan tarih hiç bir zaman tam olmayacak.

Exit mobile version