KültürManşetSanat

Bedrettin Cömert sevinci…

Bayramınız Kutlu Olsun

ozkan eroglu altsayfaNationalTurk yorumcusu Özkan Eroğlu’nun ‘Bedrettin Cömert Sevinci’ başlıklı yeni yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz…

2011’in bütününü kaplayan bir dönemde yıllar boyu kitaplarıyla beni çok etkilemiş Bedrettin Cömert (27 Eylül 1940 Vezirköprü-11 Temmuz 1978 Ankara) üzerine, daha doğru bir söyleyişle onun vurgularından kurgular oluşturacağım bir kitabı büyük ölçüde tamamlamıştım. Aslında bu kitabı çok önceleri de yapabilirdim; en azından böyle bir isteğim hep oldu ve hiç de eksilmedi. Fakat olamadı; istenç 2011’e denk geldi. Belki de böylesine bir doğal akış iyi oldu; çünkü Cömert, yazılarından ve hakkında yazılanlardan algıladığımız haliyle doğal biri, çalışkan, üretken, samimi vb. birçok pozitif özelliğe sahip. Galiba ben de öyle biriyim. 2007’de basılan “Sanatın Tarihi” isimli kitabımı içtenlikle ona ithaf etmemin ve kitabın girizgâhını oluşturan metinlerde de onun bazı düşüncelerine yer vermemin başlıca nedeni de söz konusu aramızdaki bazı benzer noktalar olsa gerek. Gerçekten Cömert’le aramızda bir gönül bağı oluştu uzun yıllar eşliğinde. O üretkendi, ben de üretmeyi seviyordum. Bu benzerlik de yan yana gelişimizin bana göre önemli bir nedeni. Karşılıklı gelemediğim ve yüzyüze tanıma olanağı bulamadığım birinden, yazıları aracılığıyla bu kadar etkilenmem ve bir kitap yazma noktasına gelmem, “bir gün böyle bir kitabı yazacağıma dair bir ant içmişlik”in de göstergesi olarak da yorumlanabilir sanıyorum.

Bir insanda aradığım bazı olmazsa olmaz ilkeler ya da özellikler vardır. Bunlar, özetle “dürüstlük”, “dik duruş”, “çalışkanlık”, “üretkenlik”, “rasyonellik” vb. Bütün bu özellikler ve yan çıkmaların hepsinin Bedrettin Cömert’te olduğunu hakkında yazılanlardan öğreniyoruz. Bir insanda böyle erdemli durumlar söz konusu olunca, o insan neyi yapsa, yaptığından tarihe bir şeyler bırakmasını biliyor pek tabii. İşte Cömert de otuz sekiz yıllık yaşamında yer bulduğu birçok malzemeyi bizlere bırakmış durumda. İş şudur ki bu malzemeyi sıkı bir ayrıştırmadan geçirmiş biri olarak sayabilirim kendimi.

tara00048Hakkında, yitip gidişinden sonra yazan birçok insanın ortak bir noktada birleşmişcesine söylediği gibi “Bedrettin Cömert’i yaşatmak” içten ve isteyerek yapmamız gereken bir eylemimiz, kanımca sorumluluğumuz ve zorunluluğumuz olmalıdır; hele hele ülkemizin toplum olarak bu tip insanlara ihtiyaç duyduğu şu günlerde.

Bedrettin Cömert için, yitip gitmesinin ardından 1980’de Hacettepe Üniversitesi’nde hazırlanan bir armağan kitap çalışmasında verilen derli toplu bir kaynakça çalışması (1) göstermektedir ki o, tam bir “düşünür”dür. Çalışmaları, şiirlerden, çevirilere, denemelerden, eleştiri yazılarına dek uzanan bir zenginlik içermektedir. Fakat ben Cömert kitabımda uzmanlık alanlarım gereği, onu, hiç ayrılmadan üzerine gittiği “sanat tarihi” düşüncesi ve bu düşünceye bağlıyacağım sanat filozofisi ve sanat eleştirisi alanları üzerine derinleşen bir sanat düşünürü olarak gördüğüm yanları üzerinde düşündüm ve yazdım. Sanat sözcüğü bir kavram olarak neye ilişiyorsa, Cömert de ona ilişmiş görünüyor aslında. Bu, iki doktoralı ve bir doçent tezi hazırlamış bir bilim adamı için meraktan da öte bir şeye işaret eder ki, o da “derinleşme” “filozofi yapma” boyutlarına iyice ilişmesidir. Sanatın neredeyse hemen her türlü alanıyla filozofi yapmıştır neredeyse o. Bunu yaparken de bilgisi, hayalleri ve eleştirel yanından ödün vermeme kararlılığı içinde olduğunu ortaya koyar.

Kaleme aldığım ve bugünlerde onun 75. Doğum Yıldönümünde yayımlamaya karar vediğim kitabında, bir sanat düşünürü olarak Cömert’i, bize bıraktığı bazı belgeler aracılığıyla, yeniden ve yeniden değerlendirmiş olacak, böylece sesini daha önce başka yoldaşlarımızın yaptığı gibi ben de gür bir şekilde duyurmaya devam etmiş olacağım. Başka yazarların Cömert ile ilgili kaleme aldıklarına yer vermeyeceğimi hazırladığım kitabın önsözünde söylerken; bunu 1980 ve 2012’de Hacettepe Üniversitesi Yayınlarından çıkan kitapların zaten yeterince üstlendiğini düşünüyorum. Bedrettin Cömert’le bağımı temsil eden söz konusu kitabı, düşünce tarihimize bir sanat düşünürünün, bir başka sanat düşünürünü bir kitapta misafir etmesi, onunla diyaloglara girmesi ve sonuçta, salt sanat filozofisini zenginleştirme istenci olarak da yorumluyorum.

Cömert’le en yakın zamandaki iletişimimi gösteren açıklamaların ardından, öncelikle gerçekleştikten sonra haberim olan 2010’da Hacettepe Üniversitesi’ndeki anma etkinliklerini kaçırmış olmam bende bir üzüntü yaratmıştı. O etkinliğe en azından katılarak destek verebilirdim diye düşündüm ve üzüldüm. Fakat Emre Kongar’ın yazısıyla verdiği haber üzerine de sevindim; çünkü anma toplantısının bir kitabı yayımlanmıştı. (2) Hatta Kongar bir de ekliyordu: “Sanat tarihi, estetik, edebiyat meraklılarının ve Bedri’yle ilgilenenlerin derhal bu kitabı edinmeleri gerekir, yoksa çok kısa zamanda bulunmaz olacaktır”. Böylesine önemli bir insan için hazırlanan bir kitabın onca özverili insan gayretinin olduğu da düşünülürse, bu kadar az sayıda (500 Adet) basılmasını anlamak mümkün değildi. Neyse hemen internetten Hacettepe Yayınlarından çıktığını öğrenip, yayınevi ile bağlantı kurdum ilkin (Editörlerin isimlerini Kongar’ın yazısında görmeme rağmen onları rahatsız etmenin doğru olmayacağını düşündüm). Yayınevi gerektiği gibi bana doyurucu bir yardımda bulunmayınca, ben de editörlerden Barış Gümüşbaş ile bağlantıya geçtim. Hacettepe Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi olan Gümüşbaş, nazik bir mektupla kısa sürede geri dönüş yaparak, kitaba ulaşamadığıma üzülmemem gerektiğini, kendisinin kitabı bana ivedilikle göndereceğini dile getirdiği nazik mektubuyla içimi rahatlattı. Cömert’in küçük oğlu Kemal ile facebook üzerinden orada oluşturmaya çalıştığım “Doç.Dr.Bedrettin Cömert” isimli kapalı grubun ilk günlerinde ve ilerleyen günlerindeki birkaç temasımız dışında ilk kez Cömert’e yakın ve onu sevdiği çok belli olan biriyle temas kuruyordum. İşin bir de bu boyutu beni çok mutlu etti; Teşekkürler Barış Kardeşim…
Kitap elime geçince hemen bir solukta okudum ve bu kitapla ilgili ne yapabilirim diye düşünmeye başladım. Bir sanat filozofisi alanı ilgilisi olarak, 1993’ten bu yana da eleştiri yazmaya gayret eden biri olarak öncelikle kitapla ilgili mutlaka bir yazı kaleme almak istiyordum. Kitaba ikinci ve işaretlemeli bir okuma daha yaptıktan sonra işte bu yazı oluştu.

Öncelikle hemen belirtmeliyim ki tıpkı özdeşleyime bağlı soyutlama mantığında olduğu gibi, yazılardaki samimiyet oranları da volüm volüm; yani kimisi somuttan, kimisi de soyuttan yana soyutlamalar gibi heycan ve sıcaklıkları farklı farklı.

Kitap, Hasan Hüseyin’in vurucu ve Cömert’e ilişen etkili şiiriyle açılıyor. Hasan Hüseyin Cömert’e belki de en yakın kişi; birbirlerini içselleştirdikleri de, ölümü sonrasında Hasan Hüseyin’in yaşamı kendisine zindan etmesiyle de çok daha rahat anlaşılıyor. Edebiyatla, özelde şiirle olan ilgisinin de en temel figürlerinden. Açık söylemek gerekirse özellikle ülkemizde- lisans ve üstü çalışmalarını sanat tarihinde yapmış biri olarak- bir sanat tarihçisinin, hem de bilimsel düzeyde bu işi yapan birinin edebiyata bu denli yaklaşması pek görülür bir şey değil, belki de bu konuda en ciddi örnek olması bağlamında da Cömert tek örnek ve uzunca bir süre de öyle kalacağa benzer. Çünkü bizde sosyal bilim alanlarından birinde bilimsel bir ilerleme halindeyseniz, şiirselleşmeyi, edebi olmayı hocalar pek onaylamazlar. Tabii ki bence bu özgürlüğü kısıtlayan bir davranış biçimi olduğundan son derece yanlıştır.

yunanistan golden visa yurt disi emlak 2024

Sunuş yazısı Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof.Dr.Yaşar Sağlam’a ait. Ben bu tip yönetici öğretim üyelerinin ne yazdığından çok ne yaptığına odaklanırım. Editörlerin de dile getirdiği gibi bizzat dekan bey bizimle ilgilendi ve her sorunuzmuzu çözdü vurguları benim için önemli. Yazısındaki bence üzerinde durulması gereken bir vurguyu, gene Cömert’in şu sözünü hatırlatarak yapıyordu Sayın Dekan; “başka bir dünyanın mümkün olduğuna inandığı için öldürülmüş olan”.
Sonrasında kitabın editörleri tarafından kaleme alınan Önsöz yazısında, bu kitabı hazırlama serüveni, nedenleri ve sonuçları bağlamında ele alınmış. Bu kitabın, Eleştiriye Beş Kala’dan sonra Hasan Hüseyin tarafından hazırlanan ve kaybolan; “Dil ve Sanat”ın ismini aldığını, aslında öncelikle Eleştiriye Beş Kala’da yer almayan yazıların burada yer almasını istedikleri, bu gerçekleşmeyince de “Hakkında Yazılan yeni ve eski yazılar”dan yayını hazırladıklarını ifade ediyorlar. Bir de eklemişler; “Cömert’in dostlarından bugün artık ne yazık ki aramızda olmayan kimilerinin eski yazılarını kullandık; kimilerinden de tek yazıyla yetinmeyip yenilerini istedik”. (3)

Prof.Dr.Günsel Renda’nın “Bedrettin Cömert’in Bilimsel Kişiliği”, Prof.Kaya Özsezgin’in “Çağdaş Sanat Tarihçiliği Açısından Bedrettin Cömert”, Hasan Hüseyin’in “Şiiri Eleştiriye Yediren Adam: Bedrettin Cömert” başlıklı yazılar, daha önce 1980’de Hacettepe Üniversitesi’nin yayınladığı yayımda da yer alan bilindik yazılar.

Bilindik olmanın ötesinde bence Cömert’i çok iyi tasvirleyen bir yazı ise tüm dikkatleri gene üzerine çeken; Özdemir İnce’nin “Bedrettin Cömert ve Eleştiri Anlayışı” başlıklı yazısı. Bu yazı ülkemizde eğilmeyen ve bükülmeyen eleştirmen gibi eleştirmenlerin yetişmemesi, yetişememesi konusu üzerine de bizleri düşündürüyor. İnce’nin bence dile getirdiğim yöndeki şu vurgusu çok önemli: “İlk yazılarını okudukça, şöyle bir kanıya varmıştım: İşte ciddi, titiz, tuttuğunu koparan inatçı biri demiştim.” “Hem eleştirip hem de alçakgönüllü kalabilmiş, eleştirinin yozlaştırıcı baş döngüsüne kapılmamış pek az insan vardır: Eleştiri, gönül yüceliğinden yoksun güçsüz insanları çabucak yozlaştırır, onların ahlâklarını bozar. Bu yüce, genç yaşlarda erişilmiş erdem, onun kapitalist ekonomiye özgü iş bölümünün edebiyat ve sanata yansımalarını, baştan çıkartıcı, yabancılaştırıcı, yozlaştırıcı etkilerini pek erken fark etmesini sağlamıştır.” Devamında kapitalizmin eleştirmene, sanatçılara yüklediği sıkıntılara da net bir şekilde dikkat çeken İnce, kapitalizmin eleştirmen ve sanatçıyı birbirine düşürdüğüne de değinmekte. Bu değinilen gerçekler, eleştirmen ve sanatçıların bizatihi yaşadıklarıdır. Hemen üstüne şu söyledikleri de önemlidir: “Ama genç Bedrettin bu zorlama, uyduruk kamplaşmayı yutmamıştır; bu yüzden de o kapitalist iş bölümü öncesi, aydınlanma çağlarının bilginlerine, bilgin yazarlarına benzer. Bu sapık durum üzerinde önemle duruyorum, çünkü bu külü yuttukları için birçok sanatçı ve eleştirici tuzağa düşüp yanlış yerlere gitmişler, yapabileceklerinin yüzde birini bile yapamamışlardır.”

Yukarıda İnce’nin söylediklerini plastik sanatlar ortamımızda bizzat yaşamış bir eleştirmenim. O nedenle bir eleştirmenin kapitalizmin türlü odaklarından yapılan çağrılara kulak tıkayıp, kendi bildiği yolda ilerlemesinden yanayımdır.
İnce’nin bu yazısı baştan sona çok haklı vurgularla dolu. Kanımca tamamının, eleştiri ve eleştirmen gerçeklikleri ile ilgilenen ve özellikle bunların Cömert’le bağının ne olduğunu öğrenmek isteyenlerce kaçırılmadan, üzerinde durarak ve düşünerek okunması gerekiyor. en önemlisi de bağnaz değildir Cömert diyen İnce, yazısını “Bedrettin Cömert bir başlangıçtı” şeklinde çok anlamlı ve derinlikli bir tümceyle yazısına son veriyor.

Sonraki üç yazı yayımlanmasına rağmen benim okumadığım metinlerdi. Bunlardan ilki Ord.Prof.Dr. Suut Kemal Yetkin’in bir baba edasıyla kaleme aldığı “Vah Cömert’im Vah” başlıklı metin. Buradaki şu iki vurgu dikkat çekiciydi: “Soyadı gibi, sevgide ve dostlukta sonsuzcasına cömert olan Bedrettin, bir düşün adamı olduğu kadar bir gönül adamıydı da.” “Bedrettin Cömert, tanıdığım gençler arasında aşırılıklardan hiç hoşlanmayan bir bilim adamı, bir yazardı. Kaba kuvvetin düşmanıydı. Düşüncenin gücüne içtenlikle inanırdı. Düşünceden yoksun insanların şiddete başvurduklarını bilirdi.”
Sonraki “Bedrettin Cömert’in Ardından” başlıklı yazısında Prof.Dr.İsmail Tunalı, Cömert’i daha az tanıyan birinin gözlemiyle, doçentlik jürisinde olma vesilesiyle olan yaklaşımlarını dile getirirken, diğer bir yazı da yakın arkadaşı Prof.Dr.Emre Kongar’dan “Bedrettin Cömert Çağdaş İnsanlığın Simgesiydi” başlığıyla kaleme alınan yazıydı. Bu metin de, Özdemir İnce’nin metninden sonraki bir başka etkili tahlildir. Öncelikle “Bir düşünürdü Bedrettin” vurgusu söylenebilecek en net vurgulardan biri olarak kendini gösterirken, “kendisinin olan her niteliği, topluma aktarmak onun baş uğraşı idi” saptaması ve yine “özverisi sonsuzdu” vurgulaması. Cömert için “Batının klasik sanatçılarına, yazarlarına ve onların yapıtlarına Türk kültürünün ilkeleri açısından yorum getirmiştir” diyen Kongar, onun Hacettepe Üniversitesi Beytepe yerleşkesindeki yardımlaşma sandığının yönetimini ele alarak, üniversite çalışanlarına daha ucuz ve daha nitelikli gıda maddeleri sağlamaktan tutunda, onun öğrenmeye aç ve birişimci kişiliği ile toplumsal sorumluluklarına ne kadar bağlı biri olduğuna değin tüm özelliklerini, gerçekten onu yakından tanıyan biri olarak dile getirmekte.
Azime Korkmazgil’in Kıyı Dergisi’nde yayımlanan “Bir Gider Bin Geliriz” başlıklı yazısını ben daha önce internet üzerinden okumuştum. Tamamen duygularla yüklü, bir Hasan Hüseyin-Bedrettin Cömert karşılaştırması yapar gibidir. Zaten yazıdan seçtiğim şu vurgular da bu tezi doğrular nitelikte görünür: “İkisinin de pek sevdikleri söz belki de şuydu: Şiir, uzun soluk isteyen bir iştir! Ya da şöyle: Toplumcu gerçekçi sanat, kolaycılıkla bağdaşmaz!” “İkisi de öyle inançlı, öyle doluydular; yazma ve yazdıklarını paylaşma coşkuları öyle güçlüydü ki; bıraksak konuşurken sabahlayabilirdik!”1
Prof.Dr. Asım Tanış “Öldürülenler” başlıklı yazısında Cömert’le ikili dostluklarına dair konuşma ve yazışma notlarından derlediği notları sunmakta. Benzer bir yazı da Cömert’in ölümü sonrasında “Bedrettin’e Son Mektup” başlığıyla arkadaşı Yılmaz Gümüşbaş tarafından kaleme alınmış. Gümüşbaş’ın Cömert’in kişiliğiyle ilgili şu vurgusu ilgimi çekti doğrusu: “kin ne demek, küsemezdin bile, bilmezdin küsmesini”. Bu vurgu bile Cömert’in ne kuvvetli bir hümanist olduğunu ortaya koymakta.

Azime Korkmazgil’in “Sonuçsuz Bir Telefon Görüşmesi” başlıklı yazısında aile dostları olma boyutunda değerlendirilen sıcak diyalogların yanı sıra, özellikle Cömert’in ölümünden hemen sonra Hasan Hüseyin’in yaşadığı bunalımlı ve sıkıntılı günlere dikkat çekilmekte ve özellikle Hasan Hüseyin’in Cömert’in çalışma mekânına girerek, hem Eleştiriye Beş Kala’yı, hem de Evrensel Yayınlarından çıkan şiir kitabı için malzeme toplama evresi anlatılmakta. Gelen giden ortak arkadaşların yardımları ve dahası bunaltılı bir halde olan şair Hasan Hüseyin’in bunlardan çok az olumlu alımlamalarda bulunduğuna işaret ediliyor. Bu çalışmaları yaparken Hasan Hüseyin’in şu vurguları önemli: “öncelikle çok yönlü bir aydın”, “ben çalışırken sanki Bedri, omuz başımdan beni izliyor!”, “1940-60’ların Bedrettin’i, 1960-70 yıllarının Bedrettin’i ve 1970-78 döneminin Bedrettin’i”. Ve Azime Korkmazgil, Cömert’in Eleştiriye Beş Kala kitabının Hasan Hüseyin’in “Türkiye’de bilimsel eleştiri anlayışının gelişmesine yardımcı olacağına” inandığını vurgulaması da yazının can alıcı yerlerinden biri olarak dikkat çekiyordu.

Özdemir İnce’nin bir diğer yazısı da ilk yazısına yakın değerler içeriyor. “Bedrettin Cömert’i Acı Hatırlamak” başlıklı bu yazıda gene hem eleştiri, eleştirmen olgularıyla Cömert’in ilişkileri kurulurken, diğer taraftan TRT’deki Leonarda da Vinci belgeselindeki çalışma anılarına değiniyor. Hüseyin Cöntürk’ten sonraki ikinci gerçek eleştirmen olarak gördüğü Cömert’in izlenimci eleştiriye getirdiği eleştirilere dikkat çekmekte, eleştirmen olmayıp eleştiri yazanlara kızmakta ve bunların birbirlerinin yazdıklarını tekrar etmekten öte gitmediklerini belirttiğini okuyoruz. Bu kişilerin eleştiri kuramları meselesine hiç kafa yormamalarına rağmen Cömert’in bu yönde kuramsal çalışmalara yoğunlaşmasının, onda ne denli bir eleştirmen kumaşı olduğuna dair izlenimler elde ettiğinin de altını çiziyor. Bence yazısının sonlarına doğru kaleme aldığı şu benzetme de hayli ilginç ve çok yerinde: “Bedrettin’i öldürenler, günün birinde eceliyle ölebilecek birini öldürmediler, Türk ve dünya kültür hazinesine de büyük zarar verdiler. Bunu düşündükçe: Bedrettin’in katillerinin Ephesos kütüphanesini yakan Erostrat (Hêrostratos) rezilinden daha aşağılık yaratıklar olduğunu anlıyorum.”

Buradan itibaren hiç yayımlanmamış yazıları okuyoruz artık kitapta. Bu yazılar yakın arkadaşı Akın Çubukçu’nun “Sivas Lisesi’nden Doğan Bir Deha: Bedrettin Cömert” başlığını taşıyor. Geçmişe dair anılarından yola çıkarak bir kompozisyon oluşturan Çubukçu, lise yıllarında Cömert’in aykırı fikir ve tavırlar sergilediğini, bunları karşısındakilerle tartışmaktan keyif aldığını, her zaman yaşça kendinden büyüklerle arkadaşlık ettiğini, Sivas’ta dostlarıyla “Pınar” isimli bir dergi çıkardığını, çok üretken olduğunu, paylaşımcı ve öğretici çabalara sıklıkla girdiğini, öğrendiklerini aktarmak ve paylaşmayı, kulağı müziğe duyarlı olanların iyi dil öğrenebileceğini dile getirdiğini, ölümünden sonra Halim Yağcı’nın ondan bir “dahi” olarak söz ettiğini, lisede bir kız arkadaşını dansa kaldıracak kadar özgüvenli ve medeni olduğunu, yaptığı ve uğraştığı her işte en iyisini yapmaya gayret ettiğini, İtalya’da yakınlarındaki bir kilise papazından Latince öğrendiğini dile getiriyor. Tüm bu değinmelerini şu tümcelerle tamamlıyor Çubukçu: “Kısacık ömrüne bir yüzyıl sığdırdı. Ölümünden sonra karısı Agostina bana, belki hiç biriniz farkında olmadınız ama dedi, çabuk öleceğini o hissediyordu, onun için bu kadar çok çalıştı ve üretti diyecekti.”

Sonraki yazı Enis Batur’un “Yazgı Tekerleği” başlığını taşıyor. Bu yazıda bir ütopya yapılmış. Eğer Cömert yaşasaydı 1978’den günümüze değin neler yapmış olurdu düşüncesi genleştirilmeye çalışılmıştır. Bilemeyiz belki de Batur’un söylediğinden çok farklı daha derin meselelere de kafa yorabilirdi Bedrettin Cömert ya da tersi. Bence biz gene de 1940-1978 arasındaki üretimlerini doğru algılayalım ve genleştirelim. Eldeki gerçeklikten yürüyelim. Kısaca bir eleştirmenin veya düşün adamının kendi kuramını yazması gerektiğine işaret edildiği üzere, bu konuyu derinleştirmeye bakalım.
Aydın Çubukçu’nun “Eleştiri ve Devrim” yazısının başındaki Cömert’e itiraz noktası olan katılık veya proleter duruşunun üstüne, kendini sonradan daha geliştirdiği noktasına varan vurguları ve kendisiyle özellikle Evrensel ve Günlük Emek zamanlarımızdaki tanışıklığımıza binaen şunu söylemeliyim ki, Çubukçu ve onun temsil ettiği kesimin, en çok ben isterim Cömert Derinliği’ni algılamalarını. Bu içlerinde barındırdıkları katılıkları aşmak için kanımca önemli bir işi başarmak anlamına gelir. “Onun için eleştiri, daha o ilk tartışmamızda gösterdiği gibi devrimci bir eylem olmalıydı” vurgusu da sanırım gene meseleyi bu kez genelde algıladığını, fakat özelde tanımlayamadığını gözler önüne seriyor. Cömert’in peşinde olduğu, özellikle olgunlaştığı süreçlerinde “eleştiri değil, eleştiri kuramı” meselesidir. Ki, bu yönde ikonografi ve ikonoloji kuramının peşinden gitmiş ve bu kuramı Türkiye sanat tarihi alanında irdelemiştir.

Prof.Dr.Günsel Renda’nın “Bedrettin Cömert’ten Sözler” başlıklı yazısında yer alan Cömert vurguları hayli enteresan ve duygulanımlı. Fakat bir sanat tarihçisi olarak bu metinler 3 Aralık 2010’a kadar neden yayımlanmamış? 1978-2010 arasında bekletilmiş olması büyük bir kayıp. Bir bilim insanı olarak Sayın Renda’nın bunu yapmaya hakkı olup olmadığı sorusunu sormak isterdim kendisine doğrusu. Bu vurguların ne kadarı Cömert tarafından onanmış, düzeltilmiştir; bu konulara da açıklık getirilmeliydi kanımca bu yazıda.

Prof. Kaya Özsezgin’in “Soyu Giderek Tükenen Seçkin Bir Aydının Anısına” başlıklı yazısından sonra Cömert’i bizlerle buluşturan bir işlevi üstlenmiş Özgen Seçkin’in “Bedrettin Cömert Eleştirisinde İdeolojinin Yeri” başlıklı yazısı yer almakta. Ben Seçkin’e Cömert izdaşlarından biri olarak Cömert’in kitabına yayın yönetmenliği yaptığı ve Damar Yayınlarından yayımladığı “Sanat ve Edebiyat Üzerine”den beridir saygı duyarım. Bu tip insanlar gönüllü elçilerdir bana göre. Yazısı derinlikli ve hatta doluluktan öte anlatmak istediği birçok şey varmış da anlatamıyormuş gibi bir sıkıntıyı da gizlemeden edemiyor. Aslında Seçkin’in bir yazı değil de bir Cömert kitabı kaleme alması gerektiğine inandım ben bu yazıyı okuduktan sonra. Belki de yazıyordur. Türkiye’nin kuramcı özleminin Bedrettin Cömert’le son bulduğu görüşüne ben de aynen katılıyorum. Bir de Cömert’in yer verdiği şu vurgusu da bence çok önemlidir: “Eleştirmen kişisel beğeninin değil, beğeninin tarihsel gelişiminin denetiminde yürür.” Ve yazısının sonlarına doğru, zamanında neden bir Bedrettin Cömert kitabı da hazırladığının nedeni daha iyi anlıyoruz: “Bedrettin Cömert tez elden unutturulmaya çalışılan bir entelektüelimizdir.”

Sancar Seçkiner’in “Adımlar” başlıklı yazısındaki en özlü ve beni çok etkileyen tümce: “Zaten bu ülkede cezalandırılmamış hiç bir başarı yoktur”. Dil ve Sanat kitabının editörlerinden biri de olan Seçkiner’in kitabın başında sözü edilen dört belgeseli de bulunmakta. Bu belgeselleri de izleyip, bu yazısıyla birleştirip bir yorumda bulunmak isterdim doğrusu. İnsani olmayan, gayri dürüst olaylardan gına gelmiş bir toplumun ciddi bir üyesi olduğunu yazısından anlıyoruz. Onun edindiğimiz bu özelliği, Cömert gerçekliğiyle örtüşür ve kanımca önemli olan da budur. Evet, belki de Cömert başarılarından ötürü öldürülmüştü, fakat öldürenler bir gerçeği göremediler; Cömert’i öldürürlerken kendilerinin ve ailelerinin de içinde olduğu bir toplumu öldürmüşlerdi ve bu, bir vatan hainliğiydi.
Prof.Dr.Tuğrul İnal’ın ciltlere sığamayacak denli kapsamlı bir konu olan güzellik konusunu ele alan yazısı ilkin kitabın ilerlemesine ters gibi dururken, gene de tam yerini bulmamazlıkla birlikte Cömert’in estetikle olan bağlarına bir armağan niteliği olarak kabul edilebilir.

Yrd.Doç.Dr.Barış Gümüşbaş’ın “Bedrettin Cömert Eleştirisinin Gelişimi” başlıklı yazısı, ağırlıklı olarak şiir eleştirisi üzerine olan görüşlerinden genleşmekte. Zaten yazının başında da edebiyat eleştirisi üzerinden yürüneceği dile getiriliyor. Öncelikle şahsi kanaatimi dile getirmeliyim ki, Cömert’in eleştiriye bakışı ve yaklaşımlarının kuramsal anlamda Amerikan edebiyat eleştirisiyle bağı, olsa olsa Avrupa etkili Amerikan düzenekleri ya da Marksist de demiyeceğim daha Bauhaus etkili Amerikan düzenekleri boyutunda olabilir. Özellikle genel anlamda 1945 sonrasında şekillenen Amerikan plastik sanatlarını düşünecek olursak, sürekli Avrupa’dan transferler ve dolayısıyla devşirme bir Amerikan sanatı havasının yakalandığı malûmdur. Söylemem odur ki Cömert ile Amerikan kültürü arasında bağlar aranacaksa, Amerika tarafında böyle bir bağı kurgulayacağını dile getirdiğimiz kim ya da kimler varsa, onların Kıta Avrupası kaynaklarının üzerine gidilmelidir. Volpe sonrasında Cömert’in bir olgunluğa yürüdüğü konusuna dikkat çekilmesi kanımca da doğru bir yaklaşım. Pratikten-kuramsala geçiş Cömert’in söylemiyle somuttan soyuta doğru yürüyen bir Cömert gerçekliğine işaret edilmesi de ayrıca önemli. Pratikten kuramsala ya da somuttan soyuta geçiş, biçimsel filozofilerden içeriksel filozofilere geçiş anlamına da geliyor. Daha sonra Gümüşbaş, “Cömert’in kuramsal ilgi ve çabasını oluşturan bazı temel konular üç temel başlık altında toplanabilir” diyor ve bu başlıkları yazısında sırasıyla açıyor. Bu üç temel başlık: 1) Biçim-içerik ilişkisi ve şiirsel yapı. 2) Şiirde içtenlik, duygu ve akıl. 3) Gerçekçilik, toplumcu gerçekçilik. Bu yazıyla ilgili birçok işaretlemelerim ve usumda oluşan tartışma başlıklarım var, fakat burada bu kadarla yetineceğim. Fakat Gümüşbaş’ın yazısı için özetle bir sonuç olarak şu söylenebilir: Üzerinde düşündüren, sorgulamaya neden olan, duyarlı ve bilimsel bilgi içeren bir yazı.

Sonrasında kitap, Cömert’in bazı mektuplarına ve bunlara yazılan cevaplara geçmeden önce, Tekin Sönmez’in Cömert’in mektubu üzerinden bir çözümleme yazısının yer almasıyla sona yaklaşıyor ve en nihayetinde “Fotoğraflarla Bedrettin Cömert” bölümüyle sona eriyor. Bir kere daha vurgulamak gerekir ki, 2010’daki anma ve bu kitaba emeği geçen her kim varsa, hepsini saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Notlar
(1) Emre Kongar, Günsel Renda, Talat Tekin (Ed.), “Bedrettin Cömert Özel Sayısı”, Hacettepe Ü. Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi, Beşeri Bilimler Dergisi, Ankara, Hacettepe Ü. Yayınları, 1980, s. XI-XVI.
(2) Emre Kongar, “Bedrettin Cömert İçin Yeni Bir Kitap”, Remzi Kitapevi Kitap Gazetesi, Sayı: 79, Temmuz 2012, s. 3.
(3) Barış Gümüşbaş-Sancar Seçkiner (Ed.), 70. Doğum Yıldönümünde Bedrettin Cömert Dil ve Sanat, Ankara Hacettepe Üniversitesi Yayınları, 2012, s. XXIV.

Priv.-Doz. Dr. Özkan Eroğlu
Habilitation in Philosophie der Kunst

Konserler

Özkan EROĞLU

Özkan Eroğlu yazılarını Türkiye ve Dünyanın en objektif gazetesi NationalTurk ile takip edin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Maldivler Turu
Başa dön tuşu