NationalTurk yorumcusu ve Haliç Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Müdürü Müslüm Gülhan’ın ‘Benimla Sokakta Oynar mısın?’ başlıklı yazısı;
Herkesin bildiği fakat yazanın bilinmediği kurallar: Üç korner bir penaltı, gol atan kazanır, duvardan gol yok…Top arabanın altına kaçarsa en hızlı ve ufak tefek olan topu alır ve oyuna devam edilir.
Eğer yoldan birkaç araba geçer ve maça mani olursa mutlaka biri “hay… E-5’e döndü yol” der.
Bizim Kardeşler sokakta (cadde olmadan önce ) futbol mabedinin etkisi altında yaşamını sürdürürdü. O kale yapmak için aranan uygun taşlar ve “kaleye kim geçsin” savaşları var gücüyle maç öncesi kaosu oluştururdu.
En büyük sorun kırılan camlardı? Genelde benim katkım çok büyüktü, nedense Laz bakkal ve 50 metre ötede Kürt bakkal bundan en çok nasibini alan tesislerdi.
En önemli sorun; akşam anneme, işten gelince bu cam kırılmasını nasıl söyleyip ve parayı kopartarak camı taktırmaktı.
Sinirlendiğimiz olaylardan bir de; maç oynanırken sahanın ortasından yürüyen amca ve teyzelerdi. Hiç istiflerini bozmadan yürürlerdi, es-kaza top bir yerlerine gelirse oyuna katkıları olurdu!
Mahallede Sinoplular, Bayburtlular, Trabzonlular ve Sivaslıların grupları çoğunluktaydı. Ama maçlarda karma olma zihniyeti ön plandaydı, çünkü kazanmak için memleket değil yetenek ön plana çıkıyordu.
Bizim mahalledeki tek Erzincan ailesinden olmam beni farklı kılmıyordu, sadece yetenek olarak futbola yatkınlığım benim tercih edilmeme neden oluyordu.
Tabi bu benim için her zaman ayrıcalıklı olma bir durumdu.
O dönemde en büyük amacımız; ölümüne sevdiğimiz futbolcuların stilinde o küçük sahada oynayabilmekti. Bunlar; Cemil, Gökmen, Vedat, sonraları Ali Kemal gibi oyunculardı.
Dünya futbolunu sadece TV olan evlerden öğrenebilmeye çalıştığımız için, “idol” olarak daha oralara gelememiştik.
Sürekli oynadığımız maç periyodundan dolayı; açlık sınırını aşan durumların bertarafını mutfağın camından girip, kimsenin görmeyeceği şekilde ekmek ve peyniri araklayıp, camdan kaçma şeklinde hallediyorduk.
Mahalle maçları öncesi aldığımız toz boyaları sıcak suda kaynatıp, beyaz atletleri boyayarak ve sırta kağıttan numaralar yapıştırarak takım kimliğini kazanmaya çabalardık.
O mahalle maçları…
Etkisi bir ömür boyu süren sonuçlara sahip olan ve oyunların hiç unutulmayacağı maçlardır. Anne ve babaların gelip seyrettikleri maçlardır. Bu maçların etkisi evlerin içine, mahallenin kahvesine kadar süren maçlardı… Bizim Koralların kahvesi de bu süreçte en etkili mekandı.
Maçlardaki esas tartışma ve hır-gür; topun gol olup olmaması ile ilgiliydi. Birincisi topun taşın üstünde mi? Yoksa taşın içinden mi geçtiği? İkincisi kalecinin boyuna göre gol mü, aut mu? Tartışmasıydı.
Maçın en can alıcı anı, Annem: Hatice hanımın ”Kemaaalll” sesi ile maça son verme anıydı.
Hatice Hanım, bizim okuyup adam olmamızı istediği için futbola soğuk bakardı.
Bizi eve soktu da, sokmasına… sonraki süreçte, kirlenen futbol; endüstriyel kisvesi altında, rant kapısına dönüşmesinin sorumlusu acaba Hatice hanım mıydı diye hep düşünüp dururum.
Tamam, sen bizi düzgün insan yapmaya çalıştın da; bunları kim, nasıl adam edecek?
Müslüm Gülhan / NationalTurk