GündemManşetOrtadoğuPolitikaTürkiyeVideo

Devlet Bahçeli grup toplantısında konuştu (Video)

Maldivler Kutlu Olsun

devlet bahceli mitingggMHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 12 Haziran seçimlerinin ardından ilk kez kameralar karşısında konuştu. MHP Grup toplantısında konuşan Bahçeli, yemin krizinin sorumlularını AKP, BDP ve CHP olarak gösterdi. / Video…

Yemin krizinin çözülmemesi halinde millet iradesinin değersizleşeceğini belirten Devlet Bahçeli, “Yemin ve boykot krizinin görünürde 3 sorumlusunun olduğu ortadadır. Bunlardan birincisi, bölücülüğün siyasetteki uzantısı olan ve Kandil çetesini arkasına alarak barış ve özgürlük mücadelesi verdiğini iddia eden BDP’dir. İkincisi, tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmamasını gerekçe gösteren CHP’dir. Üçüncüsü ise göz göre göre krizin geldiğini fark edemeyen, fark etse de sesini çıkarmayan ve bundan nemalanan AKP hükümetidir” dedi.

Devlet Bahçeli’nin konuşmasından satır başları;

Seçim sonuçları ne olursa olsun, Türkiye’nin sorunları önümüzdeki süreçte de artarak devam edecektir.

12 Haziran’dan bu tarafa ortaya çıkan gelişmeler iyi okunursa başkaca bir sonuca ulaşmanın kolay olmayacağı net olarak görülebilecektir.

Yaşadığımız sorunlar yumağı daha şimdiden karamsarlığın ve korkunun milletimizi çepeçevre sardığına işaret etmektedir.

Üstelik Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kriz üssü haline gelmesi önümüzdeki sürecin çok şeylere gebe olduğunu kanıtlamaktadır.

Zira siyaseti çalkantılı, demokrasisi buhranlı, ekonomisi yaralı ve devleti bunalımlı bir ülkenin yarınlara nasıl ulaşacağı muamma olduğu kadar da şaibelidir.

Yakın coğrafyalardaki sosyal ve siyasal dengesizlikler iyice kabarmışken, ülkemizin istikrarsızlıklarla ve kavgalarla boğuşması vahim gelişmelerin de fitilini ateşleyebilecektir.

yunanistan golden visa yurt disi emlak 2024

Libya’dan sonra Suriye’nin içine düştüğü dramatik durum, doğrudan doğruya ülkemizi içine çekebilecek girdabın sürekli olarak genişlediğini göstermektedir.

AKP hükümeti ise nafile diplomatik ziyaretlerle, dün kardeş olarak ilan ettiklerini bugün Batı’nın oyun planı gereğince yüzüstü bırakarak omurgasız bir duruş sergilemektedir.

Ne yazık ki, içte ve dışta kuvvetlenerek etki alanını arttıran türbülans, ağır sonuçlara, telafisi çok zor olacak zararlara yol açacaktır.

İşte böylesi bir ortamda, yenilenen Meclis çatısı altında yemin ve boykot krizi ortaya çıkmış ve demokrasi tarihimize kara bir leke olarak geçmiştir.

TBMM’nde yaklaşık yüzde 50’lik bir oy oranıyla temsil imkânına kavuşan AKP hükümeti ise gelişmeleri kayıtsızlık ve vurdumduymazlık içinde izlemektedir.

Sürekli olarak saldırı ve ithamlarla vakit geçirmektedir.

İktidar partisinin, siyasi krizi yönetecek ve nihayete erdirecek bir bakış ve değerlendirme basiretinden son derece uzak olduğu görülmektedir.

Başbakan Erdoğan’ın Balkon konuşmasındaki üslup ve yaklaşımlarıyla, daha sonraki tutum ve söylemleri arasında gece ile gündüz kadar fark oluşmuştur.

Esasında, bu çelişkili ve ikiyüzlü siyasetçi özelliğini defalarca bizzat kendisinin söz ve uygulamalarından işittik ve gördük.

Bu nedenle şaşıracağımız ve hayrete düşeceğimiz bir durum söz konusu değildir.

Ne var ki, karşımızda gittikçe kök salan ve endişe verici bir boyut kazanan siyaset ve demokrasi krizi bulunmaktadır.

Başbakan Erdoğan ise bundan hiç de rahatsızlık duymamaktadır.

Açıkça ifade etmeliyim ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde cereyan eden yemin ve boykot krizinin çözülememesi halinde, millet iradesinin sorgulanması ve değersizleşmesi kaçınılmaz olacaktır.

Tehlike bu kadar açık ve yakındır.

İşin şakaya gelir tarafı, hafife alınacak yönü kalmamıştır.

Yemin ve boykot krizinin görünürde üç sorumlusu olduğu ortadadır.

Bunlardan birincisi; bölücülüğün siyasetteki uzantısı olan ve Kandil çetesini arkasına alarak barış ve özgürlük mücadelesi verdiğini iddia eden BDP’dir.

İkincisi; tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmamasını gerekçe gösteren ana muhalefet partisi CHP’dir.

Üçüncüsü ise; göz göre krizin geldiğini fark edemeyen ya da fark etse de sesini çıkarmayan ve bundan nemalanmanın arayışında olan AKP hükümetidir.

Diyebiliriz ki, bölücülükten hüküm giymiş bir şahsın, milletvekili olup olmamasıyla ilgili Yüksek Seçim Kurulu’nun hatalı ve yanlış kararları bugünkü kaotik manzaranın meydana gelmesinde büyük etken olmuştur.

Söz konusu kişi, PKK propagandası yaptığı gerekçesiyle 19 Şubat 2009 tarihinde Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesi tarafından cezalandırılmıştır.

Bundan sonra Yargıtay’da temyiz safahatı başlamış ve 22 Mart 2011 tarihinde karar onanmıştır.

Bu kapsamda bölücülük propagandası yapan bu şahsın bir yıl sekiz aylık cezası kesinleşmiştir.

Ne var ki, gerçekler ortada dururken bu şahıs 11 Nisan’da milletvekilliği adaylığına müracaat etmiştir.

Yüksek Seçim Kurulu ise bu müracaatı önce bir kısım bağımsız adayla birlikte reddetmiş, baskılar ve tehditler nedeniyle kısa süre içerisinde müracaatları kabul ederek çark etmek durumunda kalmıştır.

Süreç içinde, YSK’nın değişken tavrı nedeniyle ülkemizin değişik yörelerinde olaylar çıkmış ve bölücü mihraklar adeta şehirleri savaş alanına çevirmiştir.

Yine hatırlanacağı gibi, YSK’nın başlangıçta verdiği red kararıyla ilgili başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, herkesçe malum çevreler harekete geçmiş ve demokrasi havariliğine soyunarak PKK’nın Meclise girmesi için fazla mesai yapmışlardır.

Anayasa’nın 76. maddesinin ikinci fıkrası; bir yıldan fazla hüküm giyenlerin milletvekilliği seçilmeyeceğini belirtmesine rağmen, bu tartışma götürmez kural YSK ve bağımsız adaylar tarafından dikkate alınmamıştır.

Bununla birlikte söz konusu bölücü şahsın 12 Haziran’da yapılan milletvekili seçimlerine katılmasına, arkasından ise mazbatasının almasına bile rıza gösterilmiştir.

Ancak, YSK en sonunda hatasından dönerek bu kişinin milletvekilliğini iptal etmiş, ancak neden olduğu buhranın tahammül edilemez bir noktaya ulaşmasına da mani olamamıştır.

Her şey berrak biçimde ortadadır.

Hukuken milletvekili seçilmesi mümkün olmayan bir kişinin seçime katılması için çaba gösteren herkes ortaya çıkan kaostan birinci derecede sorumludur.

Bu gelişmeler üzerine terör örgütü yandaşlarının alenen kan dökmekten bahsetmeleri, siyasi bölücülerin PKK sözcülüğüne soyunmaları ve savaşı dillerine dolamaları ülkemizin düştüğü çukurun açıkça ispatıdır.

Şiddet diliyle barış kelimelerini yana yana getiren kandan beslenen bölücü mihrakların, taraftarlarına sokağı işaret etmesi, silah ve dağı adres göstermeleri tam bir kepazeliktir ve Türkiye’nin şerefiyle açıkça oynamak anlamına gelecektir.

Türk milletinin her önüne gelen tarafından azarlanmasını, hakir görülmesini ve dayatmalara boyun eğmeye zorlanmasını şiddetle ve nefretle reddettiğimizi buradan duyurmak istiyorum.

Ne büyük bir çelişkidir ki, ne Başbakan’dan ne de AKP’nin herhangi bir yöneticisinden milletimizin değerlerini ayaklar altına almaya yeltenen rezillere dönük karşı bir duruş gelmemiş ve meydan okuyanlara hadleri bildirilmemiştir.

Anlaşıldığı kadarıyla, AKP’nin yeni anayasa projesine umut bağlayan siyasi bölücüler, hiçbir yaptırım olmayacağından dolayı eylemlerine hız vermişlerdir.

Türkiye, özellikle bölücülerin 12 Haziran sonrası cüretleşen eylemleri nedeniyle soluk alamaz hale gelmiştir.

Nitekim bağımsız milletvekillerinin Diyarbakır’da toplanıp sözde grup toplantıları yapma kararı Türk milletine ve devletine açıkça meydan okumadır ve büyük bir sorun olarak karşımızdadır.

Meclisimizi hiçe sayarak fiili bir durum yaratan ve bir çok anlama gelecek bu girişimin, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak için bir ön hazırlık olduğu şüphesizdir.

Anayasal statü elde etmek maksadıyla, AKP’nin kapalı kapılar arkasında verdiği tavizlerle gemi azıya alan ihanet şebekesi, ülkemizi çok tehlikeli bir alana doğru çekmektedir.

Başkent Ankara’nın saygınlığına ve bağlayıcılığına başkaldırı olan bu gelişmelerin, üniter devlet yapımıza da alçakça bir saldırı olduğu tartışmasızdır.

Buradan sormak isterim ki;

Başbakan Erdoğan ve hükümeti bu isyan provaları karşısında neden sessiz ve tepkisizdir?

Yoksa verilen sözler mi vardır?

Biraz terör, biraz tavizle her sonucun alınacağı mı hesap edilmektedir?

Türkiye terör provokasyonun mihmandarlığında bulanık ve sisli bir sürece kontrolsüz bir şekilde savrulmaktadır.

İmralı’da yatan bebek katilinin serbest bırakılma şartları gün geçtikçe olgunlaşmaktadır.

Hatta var olan sorunların bitirilmesi İmralı canisinin durumuna bağlanmıştır.

Kanlı terörün Kandil’deki elebaşları, koşa koşa yanlarına gelen çürümüş bazı köşe yazarlarına mülakatlar vermiş, fırsattan istifade ederek tehditler savurmuş ve İmralı’yı iradeleri olarak ilan etmişlerdir.

Merakımız, ceviz ağacının altında sözde barışı konuştuklarını dile getirerek terör elçiliği yapanlar, acaba hayatlarında hiç Türk bayrağının altında şehitlerimizi ve gazilerimizi hatırlayacak bir ahde vefa örneği göstermişler midir?

Bu kapsamda, demokrasi ve özgürlük maskesiyle zehir saçan taraflar, özellikle 12 Haziran sonrası gerçek niyetlerini ve hedeflerini daha da görünür hale getirmişlerdir.

Sanki düğmeye basılmış gibi, seçimler sonrasında geniş bir koalisyon AKP’nin gözetim ve denetimi altında kamuoyu hazırlama faaliyetlerine başlamışlardır.

Geçtiğimiz günlerde yayımlanan ve kalem sahibinin meşum niteliği bizce bilinen TESEV Raporu bunlardan sadece birisidir.

Kandil ağzıyla ve İmralı’nın sözleriyle hazırlanan bu raporların, Türk milletini ölüm döşeğine yatırmak için seferber olduğu ortadadır.

Şu tesadüfe bakın ki, bir tarafta demokrasi ve barış konuştuğunu iddia eden hayasızlar vardır.

Diğer tarafta, PKK saldırılarında şehit düşüp de bayrağa sarılı olarak vatan topraklarına emanet edilen kahramanlar bulunmaktadır.

PKK militanlarına gerilla diyerek önem atfeden kalem sahipleri acaba ağızlarına vatan, bayrak ve şehit kelimelerini ne zaman alacaklardır?

Hakkı, adaleti ve demokrasiyi işine geldiği gibi yorumlayanlar, şahadet şerbetinden içenleri ne olarak görmekte ve hangi kategoride değerlendirmektedir?

Dağdaki eşkıyaya kahraman ve ölenlerine de şehit gözüyle bakanlar Türk milletinin birliğini, bütünlüğünü ve bin yıllık kardeşlik hukukunu hiçe sayanlardır.

Bunların zihinlerinde özerklik fesadı doğrultusunda ayrılmak, bölünmek ve ayrı bir devlete kavuşmak bulunmaktadır.

Nitekim bu çerçevede, katil ile maktul, şehit ile cani tam olarak birbirine karıştırılmış durumdadır.

Türk milletini savaş sözleriyle sindirmeye çalışan, şimdi de 15 Temmuz randevusunu veren etnik bölücüler, ne yaparlarsa yapsınlar emellerine ulaşamayacaklardır.

Muhataplarını buradan uyarıyorum: Kimse yanılıp yenilip boş hayallere kapılmasın.

Bizim ne vazgeçecek insanımız ne de verecek bir çakıl taşımız vardır.

Başbakan Erdoğan sözde ustalık döneminin eşiğinde, kararını vermeli ve tarafını belirlemelidir.

[tube]http://www.youtube.com/watch?v=5_A6UzjUe9Q[/tube]

Devlet Bahçeli Grup konuşması, MHP Grup Toplantısı, MHP Grup toplantısı video, Devlet Bahçeli Video, Devlet Bahçeli Grup toplantısı, Devlet Bahçeli grup konuşması, Devlet Bahçeli, Devlet Bahçeli MHP Grup toplantısı

Konserler

NationalTurk

NationalTurk Haber Merkezi, En Son Haberleri Gündemi, Spor Haberlerini, Ekonomi, Seyahat, Magazin, Politika ve Son Dakika Haberlerini en doğru ve objektif şekilde size ulaştırır.NationalTurk | Objektif | Bağımsız | Farklı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Maldivler Turu
Başa dön tuşu