EkonomiManşet

İdeal kur ne olmalı?

Maldivler Kutlu Olsun

omer demirDünya ekonomi tarihi için milat kabul edilen 2008 krizi ile artık hiçbişey eskisi gibi olmayacak.

2008 öncesinin artık klişeleşmiş ekonomi kitaplarında ki iktisat reçeteleri hızla gözden geçirilmekte ve daha pragmatik ve daha gerçekçi yeni kavramlarla upgrade edilmekte. Çünkü mevcut iktisadi politikaların göründüğü üzere her koşulda işe yaramadığı ortada. Murphy kanunları gibi ‘’bir işin ters gitme olasılığı varsa o iş ters gider’’ prensibi gibi , yeri geldiğinde hep istisnahi durumlar gelir ekonomilerin başına, ve hep hazırlıksız yakalanılır belki görmezden gelinerek.2008 öncesinin bu tür klişeleştirilmiş inaçlarından birisi de para politikasının sadece tek bir hedefe odaklanması gerektiği ve bunun da fiyat istikrarı olması gerektiği düşüncesiydi.

Enflasyon hedeflemesi sistemi denilen bu düşünceye göre,ülke merkez bankaları reel ekonomiye müdahale etmek yerine kendilerini sadece enflasyon öngörülerini kamuoyu ile mümkün olduğunca şeffaf olarak paylaşarak ülke ekonomisi içindeki sermaye hareketi ile ve dolayısıyla, döviz kurları ,tahvil ve bonolarla fiyatları piyasanın eline teslim ederek serbest bırakırlardı. Dünyayı kasıp kavuran 2008 krizi ile bu fikrinde işe yaramadığı bir kez daha kanıtlanmış oldu. Yani istikrar makro ekonomik dengelerin alt üst olması ile savrulabiliyor, döviz kurlarında aşırı ucuzlama, konut kredilerindeki ödeme sıkıntısı, borsa hisse senetleri, CDS, konut fiyatları ve ülke tahvil fiyatlarındaki balonlar ile birlikte gemiyi alabora ediyordu, tecrübeyle sabit.

Merkez bankalarının görev alanlarını sadece enflasyon hedefini,istihdam hedefini, hedeflere yaklaştırmasının sistemdeki kırılganlıkları önlemeye yetmediği hatta bu kırılganlıkların bir küresel krizin temel sebebi olduğunu anlamış oldu. Gelelim bu krizin ekonomi yönetimine neler öğrettiği bölümüne. Bunun üzerine dünyanın birçok yerinde ekonomik seminerler yapılıyor ve uzlaşılan temel prensiplerden biride ‘’yeni finansal mimari yapı’’ olması gerekiliği üzerinde tartışılıyor.Bu mimariyi inşa edeceklerin Sermaye hareketlerini yönlendirmek ve hatta ülkeler arası geçişi hızını yavaşlatmak üzere iki öneri geliştirmeye hazırlandıklarını okumaktayız. Yeni sistem, geçmişte IMF tarafından Latin Amerikada uygulanan sistem ile o zamanlar uygulamaya koydukları istikrarlı reel kur hadefini andırıyor.

2000-2001 yıllarında Güney Amerika reel kurun istikrarlı ve rekabetçi bir konumda kalmasını sağlayacak aktif faiz, kur ve sermaye hareketlerinin vergi/teşvikler aracılığıyla dizginlenmesi ve yönlendirilmesi politikalarına dayandırılmakta idi.Aslında bu yöntem o yıllarda işe yaramış Güney Amerika ülkelerinden Arjantin ve Brezilya enflasyon öngörülerini hedeflemiş, bir yandan da parasal büyüklüklere ilişkin hedeflerini kamuoyu ile şeffafca paylaşmış ve bu yolla enflasyonist beklentilerin kontrol edilmesini sağlamış, sonrasındaki 2002-2008 yılları arasındaki 6 yıl boyunca yüzde 8.5’lere varan tarihinin en büyük büyüme oranlarına ulaşmıştı. Döviz kurunun ülkenin istihdam ve sermaye hareketleri üzerindeki bu kadar önemli olunca akıllara hep ihracatçılarımızın yakındığı döviz kuru sorunsalı geliyor. Son zamanlarda bazı araştırmalarda ve haberlerde “ihracatta tek sorun kur” haberleri ise bence şeffaf değil. Ülkemizde neyazıkki geçmişte, toplumun bir kesiminin çıkarları popülizm sonucu toplumun başka bir kesimine ödetilmiştir. Bugün de benzer şekilde ihracatçılar 2008’den beri süregelen global kriz ortamında yaşadıkları küçülmeyi toplumun diğer bir kesimine fatura edip ödetmeye çalışmaları düşündürücü.Kurun yükselmesini isteyen ihracatçıların dayanağı ise dış ticaret açığımız.Dış ticaret açığımızın bir kısmı, navlun, turizm gelirlerle karşılanıyor. Geriye cari dış açık kalıyor. Ama dış açıkların tek sebebi yalnızca Türk lirasının sıcak para girişi nedeniyle aşırı değerlenmiş olması ve kurların düşük kalması, bu nedenle de ithalatın ihracattan daha fazla artmış olması değil üretimde kullanılan girdilerdeki ithal ikamesi ve talep azalması nedeniyle yaşanan daralmadır.

Acı tecrübemiz 2001 krizinden sonra artık Türkiye ayakları daha yere basan bir ekonomi haline geldi, birilerini memnun ederken sonuçlarının ne olacağını düşünecek hale geldik,bu bir gelişme. Artık sonunu düşünen kahraman oluyor. Ekonomideki bu olumlu gelişme döviz kurlarında da kendini gösteriyor. Eğer TCMB’nin 2001 krizi sonrasında en az altmış milyar dolar civarında döviz almamış ve döviz rezervlerini 75 milyar dolara çıkartmamış olsaydı aslında bugün dolar/tl paritesi eşitlenebilirdi ve 1usd=1tl olması ihracatımızın bitmesi anlamına gelebilirdi.Biliyorsunuz Merkez Bankası döviz alırken dövize talep yaratır dövizi değerlendirir buda Türk lirasının değerini düşürür. Bugün uzun yıllardan sonraki (40 yıl ) , ülkemizde ilk kez düşük reel faiz uygulanıyor.Kur düzeyi istikrarlı, üstelik ülkenin ratingide artıyor. Yukarıda bahsettiğim sermaye hareketinin serbest olduğu ülkelerde ülkenin ekonomi politikasında, hem kur hem de faizde ipin ucunun kaçtığı gerçeği ile hareket edecek olursak sadece kur yüksekliği ile ihracatımızın artacağı varsayımının ne kadar yanlış olduğunu anlayabiliriz. Mamafih yapılan tüm araştırmalar ihracatın kur yüksekliğinden çok ,ülkelerin gelirinin artması ile yaşanan talebin bu kur çıpasının üzerinde faaliyet yaptığını gösteriyor.Diyelim ki İhracatçıları dinledik ve kurları yukarı ittik.TL hızla değer kaybetti. Dolar/ytl değeri 2 oldu. Peki o zaman yıllarca enflasyonu durgunlukla, kemer sıkmakla, sıkı maliye politikalarıyla, aşırı dolaylı vergilerle,işsizlikle yenmeye çalışan yıllarımıza yazık olmayacakmı? Keza, cari denge açığımız, ülke 2008 dönemindeki durumuna geri döndüğünde ,GSYİH oranı olarak yüzde 5-6-7 düzeyine çıktığında, bu açığın finansmanını kim? nasıl ?yapılacak konusu da düşünülmek düşünmek zorundayız. Yukarıda paylaştığım birinin hesabını diğerinin ödemesi sosyal mevzuunda ise , kurun 2 tl olması durumunda ki ülke içinde dış ticaret harici mal üretenleri,hizmet sektörü ve düşük gelirli çalışanı, emekliyi döviz üzerinden kredi kullananların durumunuda göz önüne getirmek gerekiyor. Hatta ihracatçılarımızın bile büyük bir çoğunluğunun döviz kredisi kullandığı ortada. Zaten bozuk olan orta gelirlinin durumu bu kur ile dahada bozulacağı aşikar. Bunun yanısıra yapılan araştırmalar ihracatçı firmaların yüzde 61.9’unun kur riskinden korunmak için herhangi bir önlem almadıkları ortaya koyuyor. 525 firmayla yapılan ankete göre, ihracatçıların yüzde 24.2’si forward, yüzde 15.2’si vadeli işlem, yüzde 5.9’u opsiyon, yüzde 2.5’i swap’ı tercih ediyor.

Forward işlemler aslında kurların düşük olacağı beklentisi üzerine ihracatçı için büyük bir nimetitir. Ama ihracatçılarımızdan bu nimeti yarısının bile kullanmadığı görülüyor. Kısaca ihracatçılarımızın ARGE, düşük maliyetli üretim teknikleri, yeni teknolojiler sayesinde daha az fire-hata, daha fazla pazar arayışı,marka değerinin yükseltilmesi,daha kaliteli ürün konularına önem göstermeden profesyonelleşmiş bir yönetim kadrosu kurulmadan sadece kurun yükselmesinin beklenerek karlılığını arttırmak istemeleri ne derece mantıklı burası muamma.

Ömer Demir

yunanistan golden visa yurt disi emlak 2024
Konserler

Ömer DEMİR

Ömer Demir yazılarını Türkiye ve Dünyanın en objektif gazetesi NationalTurk ile takip edin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Maldivler Turu
Başa dön tuşu