AsyaGündemKültürOrtadoğuSanatTürkiye

Hakan Günday’ın yeni romanı “Daha” kitapçılarda

Maldivler Kutlu Olsun

Hakan Günday

Hakan Günday’ın bir romanı: Daha çıktı. Daha, okumadınız mı? Kitabı okumanız için ‘daha’ çok şey mi yazmalıyım? Buyurun öyleyse kimi nedenler:

Radikal Kitap’tan Eser Demirkan’ın yazısı;

Hakan Günday, hikâyesi olan bir yazar. Sonunu merak edeceğiniz ilginç hikâyeler kuruyor. Romanın giriş cümlesi nefes nefese okuyacağınız bu hikâyenin habercisi: “Babam bir katil olmasaydı, ben doğmayacaktım…” Kitapta, kaçak göçmenlerin yaşadıkları, cinayet, hayatta kalma mücadelesi gibi pek çok “macera” ve ihanet, uyuşturucu, şiddet, güvensizlik gibi can yakıcı ne varsa hepsi var. “Macera”sının peşine takılıp okuduğumuz kitapların ortak eksikliği “insanı” ıskalamaları bence. Öyle kitaplarda, maceranın hızı okurun durup düşünmesini önlüyor, olayların peşinde koşan yazarın/okurun durup yaşama, insana bakmaya zamanı kalmıyor. Daha, sizi sonunu merak ettiğiniz yolculuklara çıkarırken, insanın derinliklerinde, yaşamın karanlık yanlarında, keskin hallerinde duraklatıyor da. Tam, bir kurtuluş yolu var umuduyla koşmaya başlamışken gerçeklere saplanıp kalıveriyorsunuz. Kaçmaya çalışanlar, kaçabileceğine inananlar ve inanmadıkları için kaçmayı da seçemeyenlerin hikâyeleri.

“Sınırdan sınıra ticaret… Duvardan duvara… Tabii dünyanın geri kalanı da boş durmuyor ve bir an önce doğdukları yerden çıkıp ölecekleri yere koşmaları için onlara her türlü çaresizliği sunuyordu. Çaresizliğin bütün çeşitlerini. Her boy ve ende ve ağırlıkta ve yaşta çaresizlik… Biz de bu toprakların enlem ve boylamlarının gereğini yerine getiriyorduk sadece. Cehennemden kaçanları cennete taşıyorduk. Ben ikisine de inanmıyordum. Ama o insanlar her şeye inanıyordu.”

Hakan Günday, unutulmaz kahramanlar yaratan bir yazar. Kinyas ile Kayra’dan Az’daki Derdâ’lara değin yaşamlarımıza karışmış kahramanlar… Kitabı okurken yerinde olmak isteyeceğiniz roman kahramanları değil bunlar; yaşamın acımasız, sert alanlarında gezinen, tutunamayan kahramanlar… Hakan Günday’ın romanlarına sıklıkla yakıştırılan / yapıştırılan “yeraltı edebiyatı” etiketlemesinde bu kahramanların da payı var bence. İmgeliğinizde Daha’nın kahramanlarına yer açın: “Ben o yaz, karnemi alır almaz, bir insan kaçakçısı oldum. Dokuz yaşında… Pek farkı yoktu aslında, bir insan kaçakçısının oğlu olmaktan…” diyen, romanın anlatıcısı Gazâ, sıradışı bir yaşam, sıradışı bir zekâ… Nefret edilen bir baba: Ahad (Adına dikkat, ipucu kitapta). Siyasi bir Afgan kaçak, Rastin; eşcinsel bir Kürt, Felat; kaçakları tekneleriyle Yunanistan’a götüren dev heykeller Dordor ve Harmin kardeşler… Çaresiz insanlar, insanların çaresizliği… yitik yaşamlar, yaşamların yitirilişi… beraberinde toplulukların psikolojisi…

(Edebiyat/söylen tarihindeki en bahtsız, en acı çeken kahramanlardan birinin Sisyphos olduğunu düşünüyorum son zamanlarda. Aynı cezaya çarptırılmışız gibi, benzer sahneler yaşıyoruz yeniden … aşılamayan, yinelenen sorunlar hep aynı… İnsanın Gazâ gibi haykırası geliyor: “Hangi dinde deja vu yok, ben ona inanacağım!”)

Hakan Günday, kelimelerin peşine düşen bir yazar. Kitaplarında kelimelerden başlayan yolculuklara çıkarıyor okurlarını. Azil, Piç, Az… Bu kitapta başlangıç kelimesi: Daha. Konuşur gibi, hatta kendi kendiyle konuşur gibi yalın; kimi zaman argo, bildik Hakan Günday içtenliği var kitabın anlatımında. Yer yer yinelenen “o kadar aptal değilim o kadar da değil” , “… yaşındaydım” gibi cümlelerle bir ritim sağlanmış. “Daha” sözcüğünün nicelik bildiren anlamı sayılarla vurgulanmış sanki. Gazâ ve içses Cuma’nın diyalogları, Felat’la telefon görüşmesi ve Gazâ’nın üstünde çalıştığı makalenin dili, yazarın “nasıl anlatacağına” da kafa yorduğunun göstergeleri. Okuma sırasında altı çizilesi cümleler olur hani. Becerilerini takdir ettiğim kimi okurların not ettiği, ezberlediği, uygun bir zamanda söyleyi-verdiği cümleler… İşte böylesi güzel cümleler var kitapta, yapay değiller ama, “edebiyat yapmayan”, hikâyeyi kesmeyen cümleler… “İnsanın yalnızca içine doğduğu dünyaya değil, kendine alışması için de bir süre gerekiyordu.” ya da “İnsanları çaresiz bırak, iç organlarından roket yaparlar!” gibi cümleler… Hakan Günday, okurunu anlattığı hikâyenin dışında da meraklandıran bir yazar. Genç okurların ilgiyle izlediği bir yazar olduğu için ayrıca önemli bir özellik bu bence. Az’ı okuyan bir genç okurun Oğuz Atay’a, Tutunamayanlar’a sıçramaması düşünülemez. Daha’yı okuyunca da yeniden ilgileneceğiniz konular olacak. Afganistan’da dini gerekçelerle saldırılıp yok edilen Buda heykellerine üzülmeden geçmeyeceğinizi umarım. Rönesans resmiyle ilgili okumalar yapmak da isteyebilirsiniz. (Romanın dört bölümü, Rönesans resmindeki dört temel teknikle adlandırılmış. Her bölümde, olayların gelişmesi, karakterlerin evrilmesi bu tekniklere paralel ilerlemiş. ) Son Akşam Yemeği resmine -bir kez daha- bakacağınıza eminim.

Son Akşam Yemeği…
“Son Akşam Yemeği… Son! İsa, hayatının son yemeğini o sofrada yediği için değil. O sofrada ana yemek İsa olduğu için son. Hatta ilk ve son! İsa’nın ilk ve son lokması da o akşam çiğnenip yutulduğu için. Geriye tek bir İsa bile kalmasın ve buna dayanamayan Tanrı kendini göstersin, diye… Ama yemek boyunca Tanrı ne görüldü ne de duyuldu.”

yunanistan golden visa yurt disi emlak 2024

Hakan Günday, hikâyesini anlatırken çağına tanıklık eden bir yazar. Yaşadığı zamandan, toplumdan, sorunlardan uzakta kalmayı seçen sanatçılar var elbette. Yaşadıkları zamana dokunmayan, iktidarların da kendilerine dokunmasını istemeyen sanatçılar… Aradan zaman geçince yalnızca “yapıtlarıyla” değerlendirilebilirler belki, ama bugünden bakınca onları “yaptıkları” ve “söyledikleri”yle de değerlendirmek kaçınılmaz oluyor. (Hakan Günday’ı Gezi Direnişi sırasında yayımladığı Tashih’teki selamıyla da sevdik, sağ olsun.)

Bu kitapta kaçak göçmenler, tarikat üyesi yöneticiler, Taliban güçlerinin bombaladığı Buda heykelleri, “linç”in ruh halleri var. (Kaçak göçmenler: Tam da bugünlerde adlarını ne çok duyduk. Hepsinin ortak adı: “Kaçak göçmen.” Her haberde yalnızca sayılardan ibaretler: Şu kadar kaçak göçmeni taşıyan tekne battı… Şu kadar kaçak göçmen öldü… Adları yok, yüzleri yok, hikâyeleri yok… Daha’da kaçaklarla ilgili bir belgesel çekmek isteyen Maxime’i anımsatan haberler…

“Tabii ki Maxime’in tek amacı, kaçakçılığın inceliklerini öğrenmek değildi. O, daha çok, bir insanlık dramı arıyordu! Şöyle sağlam bir insanlık dramı haberi! Ellerini birkaç ödülle ve mümkünse, ceplerini biraz da banknotla dolduracak, bu arada da Avrupalı vicdanını boşaltacak, bir insanlık haberi!”

Kitaplığınızda, “mutlu” , “başarılı” ve “bilmemne olmanın bin bir yolu” gibi kitaplar varsa; “hayat güzel”, “insanları sevelim” benzeri pembe düşler kurmak istiyorsanız; ânı yaşamanın, kapitalizmin pompaladığı ne varsa ona ulaşmanın peşindeyseniz Daha hiç size göre bir kitap değil… Daha’da yaşama dair öğütler yok, yaşama dair sıkı sorular var. Acılar, yalnızlıklar, hayatta kalmaya çalışmak ve ölümler var; mekândan, zamandan, daha acısı kendinden kaçamamak var.

Daha başka… Dahası kitapta…

DAHA
Hakan Günday
Doğan Kitap
2013, 420 sayfa, 27 TL.

Konserler

NationalTurk

NationalTurk Haber Merkezi, En Son Haberleri Gündemi, Spor Haberlerini, Ekonomi, Seyahat, Magazin, Politika ve Son Dakika Haberlerini en doğru ve objektif şekilde size ulaştırır.NationalTurk | Objektif | Bağımsız | Farklı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Maldivler Turu
Başa dön tuşu