FutbolManşetSpor

Vur Kır Parçala Futbolu Bitir

Maldivler Kutlu Olsun

Emre Göllü

Yılan hikâyesi deyimi dilimize yerleşmemiş boşuna, toplum olarak sürüncemede kalan olayları ve durumları çabuk kanıksıyoruz ve sıradanlaştırıyoruz. / NationalTurk yorumcusu Emre Göllü’nün yazısı;

Gündeme bakarsak, Suriye sınırımızın durumu ayrı, demokratik açılım ayrı, Mustafa Sarıgül’ün CHP’den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olup olmayacağı ayrı bir yılan hikâyesi başlı başına. Bir de Türk futbolunun, ayyuka çıkan tribün olaylarıyla kamuoyunun dikkatini çeken durumu var ki bu başlı başına bir hikâye, yılanı mılanı hak getire.

Beşiktaş ile Galatasaray arasında 22 Eylül Pazar günü Atatürk Olimpiyat Stadyumu’nda oynanan ve son dakikalarında çıkan olaylar nedeniyle tamamlanamayan futbol maçı, durum böyle oyunca sahadaki futboldan ziyade tribündeki olaylar, bunların çıkış nedenleri ve olası bağlantılar ile gündeme oturdu. Futbol ile fazla haşır neşir olmayan kişiler bile neler oluyor yahu bu tribünlerde kâbilinden mevzuya dahil oluverdiler. Aslında, Gezi Parkı direnişi sırasında Beşiktaş’ın en bilinen taraftar grubu Çarşı’nın gösterdiği sahiplenici ve sosyal sorumluluk üstlenici tavır, spor camiasının dışında toplumun neredeyse bütün kesimlerinin dikkatini çekmiş ve Çarşı, spor dışı bir sosyolojik imge olarak da değerlendirilmeye başlamıştı.

Derbi maçın son dakikalarında taraftarların sahaya girmesi ve yaşanan arbede, maçın içinde yükselen gerilime karşı kontrol edilemeyen öfkenin bir ürünü müydü yoksa olay çıkması için tetiklenmiş bir hareket miydi, epey tartışıldı ve hâlâ da tartışılır. Ortada bir gerçek var ki kulübüne derin aidiyetle bağlı, kulübü için cefa çekmeyi göze alan hiçbir taraftar, takımı sahada kendisine avantaj getirebilecek bir pozisyonu kullanmak üzereyken, takımına ve kulübüne bu şekilde zarar verecek davranışta bulunmaz, bulunamaz, vicdanı buna elvermez. BJK ağır cezaya maruz kalarak gerek maddi gerekse sportif bakımdan zarara uğrarken (Antalya deplasmanındaki sonuç, sportif zararın göstergesi bana göre), sonrasında üç büyük kulübün taraftar gruplarından başta bilinen bazı tribün liderleri olmak üzere yaşanan gözaltılar, üzeri yıllardır örtülen ama futbolun içinde olan kişilerin bildiği olayları açığa çıkardı. Tribün şiddeti yeni bir sorun mu? Kesinlikle hayır, bilakis, yılların kanayan yarası. Peki, bugüne kadar tribün şiddetini önlemek için ne yapıldı? Kâğıt üzerinde somut adımlar var ama uygulamada bunları gören yok ne yazık ki.

Sporun özellikle de ülkemizde kitleleri peşinden sürükleyen futbolun yaşadığı endüstrileşme ve küresel rekabete açılma sürecinde kulüpler için tanımlayabileceğimiz üç aşama var: Kurumsallaşma, sportif başarı ve ticarî başarı. Başta üç büyükler olmak üzere bizim kulüplerimizde bu sürece istinaden görülen temel sorun ise kurumsallaşmanın “k”sı tamamlanmadan kurum olduğu izlenimine kapılıp, bir an önce üçüncü aşamaya atlamaya çalışmak ki bunun sonucunu, gerek tavan yapan tribün şiddeti bir boyuttan, gerekse şirketleşmiş ve halka açılmış kulüplerimizin malî tablolarındaki toplam borç rakamlarının vehameti diğer bir boyuttan açıkça gösteriyor.

Endüstrileşmeye bağlı rekabet arttıkça, halk arasında bilinen deyişle “pasta büyüdükçe”, kulüplerimizin pastadan daha büyük dilim alma mücadelesi de kızıştı ki kazanmak için her yol mubah düşüncesine kapılındığında seri şekilde tetiklenebilen durum, tribün şiddetini neredeyse kitlesel nefret ve kamplaşma düzeyinde beraberinde getirdi. Yaşları 35’in üzerinde olan değerli okurlar rahat hatırlayacaklardır, eskiden derbi maçlarda stadyumların tribünleri yarı yarıya bölünürdü iki takımın taraftarları arasında ve bu şekilde maç izlenirdi. Günümüzde ise yarı yarıya bölünmek ne kelime, rakip takımın taraftarlarının maçı izlemeye gitmeleri ayrı, dönmeleri ayrı olay hâlini almışken, sonunda rakip takım taraftarına yasak getirildi. Yasakların aynı isimli tiyatro oyunlarıyla hicvedildiği bir toplumda, diğer yandan yasağa bağlı çözüm arayışı trajikomik görünse de tribün şiddetinin öncesi ve sonrasıyla geldiği boyut, kitlesel güvenlik bakımından bu tedbirleri kısa vadede zorunlu kıldı. Elbette ki bu şiddet bir anda başgöstermedi, yuvarlanarak büyüyen kartopunun çığ olması misali büyüdü geldi ve futbolumuzun üzerine aktı.

Rakip takım taraftarlarının tribünleri karşılıklı bölüşerek maç izlediği dönemden, sahadaki sporcuya “Vur, kır, parçala, bu maçı kazan!” diye adetâ arenaya çıkmış bir gladyatörü kışkırtırcasına yapılan tezahürattan, “Futbol şiddettir, futbol holiganlıktır, futbol adam bıçaklamaktır” tezahüratına uzanan bir şiddet dışavurumu dönemine gelinmesinde illa ki günah keçisi aramaya hiç gerek yok kanımca. Başta kulüplerimiz olmak üzere, Federasyon, medya ve idarî merciler, hepsi bu sorumluluğu paylaşmayı ve çözüm için adım atmalı. Hepsinden önce de kulüplerimizin başkanları ve yöneticileri, gerilimi tırmandıran söylemleri bırakmalı, medya da şiddeti kışkırtacak yayınları engellemeli. Yasa ve yönetmelikler, caydırıcılık sağlayacak şekilde uygulamaya konulmalı. Futbol ile siyaset ilişkisi mi? Simbiyoz benzeri bir durum almış ama şiddetin geldiği nokta gösteriyor ki siyaset, futbolun dışına çıkmalı. Tribünde farklı tezahüratlar duyulsa da iyiden iyiye “Vur kır parçala, futbolu bitir” diye felâkete gidiyoruz, buna dur deme zamanıdır.

Emre Göllü / NationalTurk

yunanistan golden visa yurt disi emlak 2024
Konserler

Emre GÖLLÜ

Emre Göllü yazılarını Türkiye ve Dünyanın en objektif gazetesi NationalTurk ile takip edin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Maldivler Turu
Başa dön tuşu