Hayır, yanıldın Yusuf
NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan’ın bu haftaki “Hayır, yanıldın Yusuf” başlıklı yazısı;
Tabii merak konusu olan Yusuf kim?
Yusuf, Haliç Üniversitesi’nin hem Avrupa Şampiyonu, hem de Türkiye Şampiyonu olan takımın oyuncusuydu. O takımın teknik direktörü olarak görev yaptığım için haliyle Yusuf’un da hocasıydım, ayrıca öyle bir takım kurup, çalıştırdığım için de çok mutluyum.
Tüm takımın oyuncuları Yusuf gibi gerçekten çok değerli insanlardı. Hepsine bir kere daha teşekkür ediyorum.
Neden içlerinden Yusuf’u mevzubahis yaptığımı anlatmak istiyorum.
Yusuf iyi futbolcuydu, tabii birtakım eksikliklerle yetişmesi onun üst düzeyde takımlarda görev almasını engelledi. Aşamalar yapmasına rağmen, o süreci yakalaması gerçekten zordu. Ama Haliç Üniversitesi için çok değerli bir oyuncuydu.
Mizacı çok renkli biriydi, konuşmayı da çok severdi. Özellikle benimle tartışmaktan haz alırdı. Kahvaltılarda, kantinde yaşamla ilgili tartışma sürecini hararetle sürdürürdük.
Onun ülke sorunlarıyla ilgili düşünceleri ile benimkiler çok farklıydı, fakat bir masanın etrafında oturup tartışma konforuna çok rahat sahiptik.
Takım içinde her düşünceden, her inançtan futbolcular mevcuttu, bunlar takım için birer zenginlikti.
Futbol takımının oluşumunda, futbol adına birtakım prensiplerim vardı ve bu prensipler üzerine kadro oluşturuyordum. Süper Ligden de, Birinci, İkinci, Üçüncü Ligden de, BAL Liginden de ve Amatör Ligden de oyuncular vardı. Kimin oynayıp oynamayacağı hususunda, öncellikli olarak sisteme adaptasyonu iyi olanı tercih ediyordum.
Tüm başarılarımızı bu prensipler üzerinden elde etmiştik.
En önemli değerlerden biri de futbolcuların yüzde yüz bursla okuyor olmalarıydı. Bu konu için o zaman mütevelli başkanı olan Sayın Prof. Dr. Gündüz Gedikoğlu’na çok teşekkür ederim. Bana ve futbolculara bu fırsatı yarattığı için.
Her seçilen futbolcu, tüm haklardan yararlanma hakkına sahipti, bir ayrıcalık veya farklılık olması mümkün değildi.
Takımın temeli adalet duygusu üzerine oturtulmuştu.
Yusuf ile yaşadığımız tartışma sürecinde, Yusuf sürekli bir mağduriyet kurgusu içinde, geçmiş ile hesaplaşma ve eleştirme refleksine sahip olarak konuşuyordu. Bu bir yaşam kurgusuydu ve kendine göre dayanakları vardı ki ben bunlara o zaman da, şimdi de katılmıyordum. Ama onunla tartışmak büyük zevkti.
Esas geleceğim konu, bugünkü iktidarın ki; o zamanki süreç içinde yavaş yavaş artık kontrol mekanizmasını oturtmaya başlamış ve istediği kadrolaşmayla beraber, devlet aygıtlarını ele geçirmeye başladığı zaman dilimiydi ve Yusuf ile tartışırken ben ona bir cümle içinde şunu ifade etmiştim:
“Bak Yusuf, bugün bu takım içinde hiçbir ayrıcalık yok. Sen ve diğer tüm arkadaşların hak ettiğiniz tüm olanaklardan hiçbir farklılık gözetilmeden yararlanıyorsunuz ki bu hakkınız, herhangi bir ayrıcalığa nasıl hiç bir zaman izin vermediysem, bundan sonra da vermeyeceğimi biliyorsun, ama bir gün bu okula sizin düşüncenizde biri yönetime gelirse, inan ilk işleri ben ve benim gibilerin işlerine son vermek olur. Ama bizler sizlerin hakkını sonuna kadar koruruz.”
Aslında, bu iktidarın o zamanki süreçte kurumları tamamen ele geçirme stratejisinden sonraki tasarrufun ne olacağının ifadesiydi, tabii bir kaygıydı ama korku değil.
Yusuf bunun doğru olmadığını ve farklı şeyler olacağını ifade etmişti.
Haliç Üniversitesi’nde futbol takımı kurmak bir projeydi ve ben bunu Sayın Gedikoğlu’na sunduktan sonra, kendisi tarafından kabul edilerek uygulandı. Yüze yakın maddi durumu iyi olamayan, fakat iyi futbolcuların üniversite okumasına yardımcı olan bir projeydi ve uluslararası bir değere sahipti.
Ne olduğu, nerden geldiği belli olmayan ve o zamanki koşullardan yararlanan, üniversiteyi maddi zarara uğratan ve sonra YÖK tarafından görevden alınan birinin göreve gelmesiyle her şey ters-düz oldu. Sadece bu projeyi yok etmekle kalmadı, üniversitedeki emekçilerin işlerine son verdiği gibi, başarılı sporcuların burslarını da kesti.
Bunlar 2013 yılından sonra yaşandı.
Ve üzülerek ben haklı çıktım, Yusuf yanıldı.
Yıl 2017 ve tüm üniversitelerden çok değerli, kendilerini bilime adamış, hiçbir korkusu olmayan ve tek kaygıları bilim olan yüzlerce demokrat akademisyen üniversitelerden ihraç edildi.
Tüm akademisyenler öğrencilerinin dili, dini, düşüncesi ne olursa olsun aynı değeri verirler. Ayrıcalık yapmaları mümkün değildir. Kendilerinin ötekileştirilmesine rağmen.
Yusuf’a anlatmaya çalıştığım buydu. Adalet duygusunun dinle, inançla namazla bir ilgisi olmadığıdır.
Adalet duygusu bir düşüncenin ve mesleğin ahlaki sorumluluğudur. Ya buna sahipsindir ya da bundan yoksunsundur. Her iki duruş şeklinin de sonuçları farklı olmaktadır. Bugün yaşadıklarımız gibi.
Yusuf’cum inan yanılmayı çok isterdim.
“Hayır” keşke sen haklı olsaydın.
Müslüm Gülhan / NationalTurk