KültürSanat

Sanat ve Göz

Maldivler Kutlu Olsun

Özkan EroğluNationalTurk yorumcusu, akademisyen Özkan Eroğlu’nun ‘Sanat ve Göz’ başlıklı yazısını sizlerle paylaşıyoruz;

Böyle bir başlıkta yazmayı düşününce iki farklı, biri tümel, diğeri tikel iki sözcüğü yan yana getirdiğimin farkındayım. Sanat bir bünye, göz ise bir bünyenin parçası. Sanat tam bir organizma ve her daim yaşamakta. Göz ise özellikle insanın önemli bir duyu organı. Sanatın göz’e ilişkin olanıysa gözle ilgili olan sanatları oluşturuyor. Öyleyse göz’ün karşısına diktiğim göz’e muhatap olan sanat’ın da burada tümelden tikele döndüğünü rahatlıkla söyleyebilirim. Yan yana getirilen iki tikel, dolayısıyla iki özel sözcük: “görsel sanat ve göz”

Görsel sanatın tüm kozmosunda “bakmak”, “görmek”, “algılamak”, “almak”, “içselleştirmek” ve “sunmak” temel bir sıralamayı oluşturuyor. İnsan ve bir görsel sanat yapıtı arasında böyle bir sıralama sürekli devrede. Yapıtın ortaya koyanı da, izleyeni (bilinçli) de olsanız söz konusu sıralamayla meseleyi masaya yatırmanız kaçınılmaz. Şimdi meseleyi masaya yatıran; yapıtı ortaya koyan ile izleyen vurguları üzerine bir şeyler söyleyelim.

Yapıtı ortaya koyan ne ise izleyen de odur aslında…

Bu kimselere herhangi belirgin bir isim (sanatçı, heykeltıraş ya da sanat yazarı, eleştirmen vb.) koymaksızın, onun tinsel durumuna dair açıklamalar şunlar olabilir: Bu kimseler de, ilk kertede bakmak eylemi boyutunda diğer tüm insanlar gibi bakmaktadır kuşkusuz. Fakat “görmek” eylemini gerçekleştirdikleri sırada ne olduklarına dönük bir farklılık devreye girmektedir. O anda özel bir tinselliğin olduğu hem düşünülebilmekte, hem düşünülmeyebilmektedir. Hangi taraftan bakarsanız bakın meseleye, aslında burada dile getirmeye çalıştığım insan tipleri kendilerini rahatlamasına bırakmış, doğaçlama duygulara her an açık, son derece söz konusu kozmoslarını belli bir entelektüellikle ören kimselerdir. Bu kimseler kozmosla karşı karşıya kaldıkları anda mutlaka “görmek” için harekete geçmek isterler. Şimdi tam bu noktada durup “bakmak”, “görmek”, “algılamak”, “almak”, “içselleştirmek” ve “sunmak” zincirinin her halkası üzerine açıklamalarda bulunmak istiyorum.

Bakmak

“Bakmak”ın şu tanımları; “bakışı bir şey üzerine çevirmek” ve “aramak”. O halde bakışı sanat üzerine çevirmek ve özellikle bunu göz’le yaparak, aramak.

Bakışın sanat üzerine çevrilmesi bilinçli bir düzlemden bakınca “göz’le ilgili bir sanata giriş” olarak anlaşılabilir. Böylece hem konuyla ilgili sözlüğünüzü genişletirsiniz, hem de böylece hiç durmaksızın ararsınız. Arayıp buldukça ayrıştırma yapmak kaçınılmaz olur. Konu ile ilgili, bilgiye dayalı tüm yanlar da kanımca bu ilk evrede oluşur. Her oluşumun ilk evresi ne kadar sistemli değerlendirilir ise, sonundaki başarı olasılığı da o kadar yüksek olacaktır. O zaman “bakmak” ile “sunmak” birbirlerinin kilit taşları ya da aynalarıdır diyebiliriz.

Bakmak, tümelle ilgilidir. Tümelde tikeli arayan bir tinin harekete geçtiği ilk noktadır. Önce kozmosa bakarsınız, sonra baktığınız bu kosmozda tanımlamalara geçerek, doğduğunuz günden itibaren, çeşitli öğretiler eşliğinde bugünlere gelirsiniz. Çoğun size dikte edilenlerle ilişkilisinizdir. Bakmak aşamasında kolay kolay kendinsel keşiflerinizi yapamazsınız, fakat bu keşifler için gerekli donanımı elde edebilirsiniz. Zaten o nedenle bu ilk evre olan “Bakmak”ın önemli olduğu varsayılabilir. Bakmak, her topluma göre değişiklik gösterdiği için, her toplumun da “görmek” yolundaki eğilimi farklı farklı olacaktır. Her toplumu oluşturan tüm antropolojik gerekçelerin farklılığı da söz konusu farklılığın en büyük nedenlerinden biridir.

Bakışın sanat üzerine, üstelik de görsel sanat üzerine çevrilmesinin nedensellikleri neler olabilir? Bugün bu nedensellikler tarihsel süreç içinde sanat tarihi tarafından ortaya konulan bazı tespitlerle bugün bir şekilde ortadadır. Bunu burada tartışmak yerine, böylesine bir sanat tarihinin günümüzdeki sanat ve göz ilişkisini etkilediğine vurgu yapmak daha önemli olabilir. Gerideki sanat tarihi birikimi sanat ve göz ilişkisini belirlemede, ya da bu ilişkinin ne derece yetkin kılınıp kılınmadığını göstergeleyeceği için çok önemlidir. Sanat tarihine göre sanat, yapıtı aracılığıyla hep farklı kılıklarla karşımıza çıkmıştır. Bu kılıklar şekilden şekle girer ve çıkar. Bu da sanat adına tiyatral bir düzeneğin sanat tarihi şeklinde karşımızda bulunduğuna bizi ikna eder. Sanatın geçmişten bugüne sahnesi, sanat tarihidir. Bu sahnede başarılı ve başarısız oyunlar oynanmıştır. Bu oyunlar, takipçisini etkilemiş ya da etkilememiştir. Bütün belli belirsiz olan ne varsa “görmek” ile harekete geçecektir.

“Bakmak” aşamasında hem aramak, hem de ararken bir şeyleri elde edip, onları korumak söz konusudur. Böylece elde edilecek “birikim” ile sağlam bir şekilde zincire giriş yapmak mümkün olabilecektir. En tehlikeli olanı da bakarken, arayan insanın, sanat yoluyla kendine göre en yaratıcı olanı ileri sürmüş iddiasında olmasıdır. Fakat adı üstünde bu sadece bir iddiadır ve çoğunlukla da olgunlaşmadan yitip gitmeye mahkûmdur. Bakarken elde edilmesi beklenenin bilgiye dayalı kazanımlara yönelik olması önemlidir.

yunanistan golden visa yurt disi emlak 2024

“Bakmak” ve “bilgi” ilişkisinin şöyle değerlendirildiğini düşünüyorum; hem de tinsellik bağlamında: Genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığı temel düşüncelerin bilgiye karşılık geldiği ve filozofik bir sürecin de bu andan itibaren devreye girdiğini dile getirebiliriz. Kozmosa bakan kimsenin tümel anlamda elde edebilecekleri de sadece ilk sezilerdir ve güvenirlikleri henüz yoktur. Zihin bunları kavrar, fakat bir geçicilik içerdikleri de unutulmamalıdır.

Bu aşamada tam olarak şunu söyleyebiliriz ki “bilgi”nin belirleyiciliğiyle “Görmek”e geçiş sağlanacaktır. Bu geçiş “bilgi”ye dayalı söz konusu şu hissetmelere ulaşıldığında geçiş için sürecin hazır olduğu kanaati insanda oluşabilecektir: Öncelikle “bir şeyin bir şey olarak kavranması”. Burada tasarımlamadan ayrı olarak bir bilme eğiliminin olduğunun anlaşılması önemlidir, yanı sıra bilginin çeşitli biçimlerde ortaya çıkabileceğinin de fark edilmesi gerekir. Bu farkındalık “görmek” aşamasının temelini teşkil edecektir.

Görmek

Söz ettiğimiz zincirin (“bakmak”, “görmek”, “algılamak”, “almak”, “içselleştirmek” ve “sunmak”) ikinci halkasındayız. Bu halkanın önemi şuradan kaynaklanır. Bilgi, üst bilgi aşamasına da burada geçer ve mesele üzerinde ayrımlar bu halkada gerçekleşerek ileriye doğru genleşme olanağı bulur. Aslında söz konusu zincirin her halkasında etkin olan tek ve ortak fenomen “bilgi”dir. Fakat kapsamlı hale ulaşma olanağını en çok “görmek” üzerinde kurgular.

Bir iç mekanizma deneyimi: Ruhsal bir olay olarak “bilgi” ve “görmek”le bağı

Bilginin ruhsal ile bağı, ruhsal olmayanın ifade edemediği, açıklayamadığı ve dolayısıyla ortaya koyamadıklarıyla ilgilidir. Öyle bir bilgi hali ve o bilgi halinin kazanımı söz konusu olur ki görülmeyeni görür görmek isteyen. Buradaki bilgi olayının nesnel olandan çıkarak öznel bir boyuta ulaşması söz konusudur ki, sözü edilen öznel boyuttan kazanılan bilgi ruhsal olacaktır. Ruhsal olan bilgi, sözünü ettiğimiz zincirin son halkasına kadar işlerliğini sürdürecek ve meselenin evrimsel zenginliğine yoğun katkı verecektir. Ruhsallığa dayalı bilgi ile “derin his” de doğrudan bir ilişki içindedir. Hatta her ikisinin birbirinin yerini bile alabilecek bir “türdeş şey” olduğunu söylemek de olasıdır.

Bir dış kabuk oluşturma deneyimi: Kavrama edimi olarak “bilgi”nin “görmek”le ilişkisi

“Görmek”in az önce yukarıda vurguladığım ruhsallığa, dolayısıyla derin hisse bağıntılı yanının da verdiği güçle daha bilinçsel bir edinime dönen bilgisinin, sözünü ettiğim ilişkinin kavramsallaşmasına destek vermesi de önemli bir konudur. Bu kez ruhsal olanla hazırlanan bir iç mekanizmaya, burada bir dış kabuk oluşturularak söz konusu iç mekanizmayı içe almak söz konusudur. O zaman görmenin bu bağlamda içten dışa bir gelişme olduğunu da daha en baştan kabul etmekte büyük yarar olacaktır. Bir sanatçı olarak insan bu dış kabuğu teşkil ettiğini düşünür. Oysa yukarıdaki iç mekanizma oluşturma deneyimi yaşanmamışsa, ortada bir şey elde edememezlik olacaktır. Her şey aslında “görmek”in bilgiye dayalı buradaki ilk iki adımıyla tespit edilme noktasına ulaşır. Bir izleyicinin sanat karşısındaki durumu da sanatçı için söylediklerimizden hiç de farklı değildir.
Yukarıdaki iki aşamadan geçenlerin “görmek”le ilgili muhatap olacağı başka durumlar gündeme gelecek ve buradan itibaren zincirin tamamlanmasına doğru gidecek yol iyice açılmış olacaktır.

Durum 1
Özne ve nesne arasındaki bağlantının yapılması

Artık gören (özne) ile görünen (nesne) tüm açıklığıyla ortada olduğunu belli etmiştir. Sadece görenin, görünen üzerindeki yargılarını nasıl ve ne şekilde yapacağına kalmıştır iş. Gören ve görünen bağlantısının nasıl bir “zaman”a iliştiği önemlidir ki bu zaman “gören ve görünen farklılıkları” denen bir durumu ortaya koyar. Bu durum aslında bir tür tarih oluşumu da demektir. Gören ile görünen arasındaki bağıntının “nokta”dan hareketle bazı zenginliklere işaret edebileceğini söylemek gerekir. Sözü edilen bağıntı bir tür diyagram filozofisine dönüşmeye başlar; nitekim mesele görsel sanatla ilgilidir çünkü.

Özne ile nesne arasındaki bağlantıya göre yan yana iki noktanın teşkil ettiği çizgiden oluşan dikey ve yataydan kurulu hareket diyagramı oluşumu ilk dikkati çeken olacaktır. Bu diyagram iç ve dış bir anlatım özü oluşturacaktır. İlk diyagram, “zaman”a göre iç ve dış anlatım özlerinde ağırlık noktalarını değiştirerek karşımıza çıkacaktır.

İkinci temel hareket diyagramıysa, yine çizgiye dayalı olan diyagonal diyagramdır. Düşeyin yatay, yatayın da düşey olacakmış hissini verecek şekilde konumlanması.

Bundan sonra temel iki hareket diyagramının zenginleşerek görsel sanatta kendini belli edecek, “üçgen” ve “daire” vb. daha kapsamlı gelişme diyagramlarına dönüştüğünü göreceğiz. Bu gelişme diyagramları tam bir kabuk ve dışsal örtü görevini üstlenen argümanlar olarak varlığını ortaya koyar.

Temel hareket diyagramları gelişme diyagramlarının da içinde bulunan elemanların da teşkilinde büyük bir görev üstlenir. Böylece karşılıklı olarak söz konusu diyagramlar ete kemiğe bürünerek iç mekanizma dediğimiz oluşumu sağlar. Böylece kombinasyon, dolayısıyla sayısı hareket ve gelişme diyagramlarının durumuna bağlı olarak bir bağıntılar çoğulluğuyla karşı karşıya kalabiliriz. İşte bu bağıntıları “görmek” öznenin, dolayısıyla insanın işi olacaktır.

Durum 2
Nesnenin (görünen) öznedeki (gören) imgesi ve “üst bilgi”nin “görmek”te etkisi

Bu kez mesele ters döner ve görünen, gören üzerinde etkili olmaya başlar; var olan iç ve dış, kısaca zihinde yer alan hiç bir bilgi yetmez. Zaten “görünen”in “gören” üzerinde etkin olması kendiliğinden bir üst bilginin de açığa çıkması anlamına gelir. Biraz önce “gören” zihinselliğinde şekillenen diyagram gerçeklikleri, bu kez diyagram düşsellikleri olarak karşımıza gelir. Somut bilgi, soyut bilgi istemektedir artık. Burada oluşan diyagram düşsellikleri iç mekanizmanın aurasını anlamada vazgeçemeyeceğimiz bir değerdedir.

Sözünü ettiğim düşsel diyagramlara ulaşma nasıl bir üst bilgiyi şart koşuyorsa, diğer taraftan da bir o kadar derin hislenmeye ulaşmayı isteyecektir. En nihayi noktada düşsel diyagramların hareket diyagramlarını “idealizm” ve “realizm” belirler. Bunlara bağlı “idealist realizm” veya “realist idealizm” adı verilebilecek başka düşsel hareket diyagramları oluşur. Bu düşsel hareket diyagramlarına bağlı olarak da “somut” ve “soyut” düşsel gelişme diyagramları kendini belli eder. Bu gelişme diyagramlarının kendilerinden ziyade kendileri arasında oluşturdukları ilişkinin bir sonucu olarak çok zengin bir düşsel gelişme diyagramı meydana gelir ki, o da “soyutlama”dır. Soyutlama denen düşsel gelişme diyagramı türlü zenginlikler sunmakla kalmaz, hem dış hem de iç zenginliklere neden olabilecek ruhsal bir argüman ve fenomen olarak kendilerini gösterir.

Algılamak

Söz konusu zincirin (“bakmak”, “görmek”, “algılamak”, “almak”, “içselleştirmek” ve “sunmak”) üçüncü halkasıdır. Bakılmış, buradan görme elde edilmiş, şimdi de “algılamak” gerçekleşecektir. Algılama, bir tür daraltılmış, dolayısıyla özelleştirilmiş bir görme evrenidir diyebiliriz. Mesele daraltılmış, fakat o oranda da derinleşmeye uğramış; tüm yukarıda vurguladığımız diyagramlar eşliğinde olay örgüleri de teşkil edildiğinden, bu örgüler de algılanmayı beklemektedir. Aslında var olmaya yüz tutmuş bir bütünü çözümlemeye yönelik bir zenginlik eğer bulamıyorsa bu, ancak algılama yoluyla ortaya konabilecektir. Algılama da görerek gerçekleşmektedir şüphesiz.

Bu aşamada çözümleme süreci önerildiği için tüm çözümleyici kuramlarla ilişki bu aşamada gerçekleşir. Filozofik vurgularla tanımlanmış sanat kuramları bu aşamanın ürünü olarak varsayılır. O nedenle geçerli olamayan kuramlar, “bakmak” ve “görmek”in çetrefilli yollarından geçmemiş demektir.

Algılamak, özetle kişinin kültürü kadar olacağından ve bu kültür de sınırsız bir şey olup, söz konusu bir kimse, istese de belli aralıklarından meseleyi yakalayacağından, hep eksik bir şeyleri gerisinde bırakır. Buradan algılamak ile elde edilen sanat kuramlarının da ne yaparsa yapsın içinde eksiklik barındıracağı kesindir.

Her algılama bir notlamayı da mutlak hale getirmelidir. Bu notlamalar, eksiklikleri kapatacak yegane durum göstergeleridir. Burada bir kuram olmasına gerek olmaksızın, her algı notlaması belli bir düzeyi işaret edeceğinden, bu işaretler bir algılar bütünü, dolayısıyla bir kuramlar bütünü olarak, en doğru olan şeklinde karşımıza gelecektir. Buradan tek bir notlamadan meydana gelen bir kuramın peşinden gitmemenin sağlıklı olacağı vurgusu da yapılabilir.

Algı notlamaları denen disiplinin gören ile görünen arasındaki ilişkilerden çıkacağı da mutlak olduğuna göre, buradan her gören ve görünen, ya da gören ve her görünen, ya da her gören ve her görünen ilişkilerinden nelerin doğacağını kestirmek bile olanaksızken, tek bir gören ve görünen öneren sanat kuramlarının çürümesi diye bir durum çıkarması söz konusudur.

Almak

Zincirimizde (“bakmak”, “görmek”, “algılamak”, “almak”, “içselleştirmek” ve “sunmak”) dördüncü halka olan “almak”ı dilimizdeki şu anlamıyla buraya konumlandırdığımı belirtmeliyim öncelikle. “Almak”, gereken şeyi kendine mal etmek anlamında kullanılmıştır. Özetle önceki üç halkanın yarattığı zenginliklerden yola çıkarak bir bireşime gitmek ve bu gidiş için malzeme toplamak. Bu, tamamen kişinin kendinseli için yapılan bir gayrettir ve sanat, göz ilişkisinin tümelden tikele doğru kırılan önemli bir virajıdır. “Almak”, doğal olarak tikeldir ve kişiye özeldir; salt kişinin aurasını zengin kılma amaçlı, bir tür kişisel bir simya ediminin gündeme getirilmesi için ortaya konulan bir çabadır. Bakıp, görmüş, sonrasında algılamış bir kimse şimdi de kendi için bir bireşime gitmek üzere bir tür toplayıcı olmuştur. Bu halka ile beraber bir yeni süreç de işlemeye başlar: O da, “almak” öncesindeki halkaları oluşturanların (bakmak, görmek, algılamak) tekrar zihni meşgul etmeye başlaması. Alınan alınmış, bu kez yeni bir döngüye geçilmiştir. “Almak” bir döngüyü kişiye dönük anlamda kapatırken, yeni bir döngüyü de açmaktadır. “Almak” bir anda “sürekli bir almaya” dönüşmektedir. Bu durumu bir insan için düşünebildiğimiz gibi, bir toplum, bir kültür vb. için de düşünebiliriz. Bu düşünme de bir insanın başka bir şeylere, başka bir şeylerin de bir insana dönüşerek, en azından dönüşür gibi yaparak bazı hareketlere neden olduğunu ortaya koyar. Bu doğrultuda “almak”, “bakmak” ile bir anlamda karşı karşıya da gelir. Alırken, yeniden bakmaya başlarız. O nedenle bakmak, bir tür almak, almak da bir bakmaktır denebilir.

İçselleştirmek

Beşinci olan bu halkada alınanların emildiği, yani özümsendiği bir süreci yaşarız. Bu süreçte alınanlar işlenirken ve mal etmenin en doruk noktası yaşanırken, tam bir simyasal süreç de yaşanır. Bu kez de “içselleştirmek”, “görmek” ile karşı karşıya gelir. İçselleştirirken yeniden görmeye başlarız. İçselleşme sonrasında, başka olandan ayrı olan bir durum söz konusu olur; eğer gerçekleşecekse “başkalaşma” da tam bu aşamada gerçekleşir. Tam bir başkalaşma için “sunmak” gerekecektir ve bu da son halkada gerçeğe dönüşür.

Sunmak

Meselenin başkasına ulaştırılabilir, aktarılabilir olma durumunun yaşandığı aşamadır. “Algılamak”ta kişi algılarken, “sunmak”da birilerinin algılaması durumu söz konusudur. Edinen kimse sunabilir, dolayısıyla “sunmak”, bir geçişe veya köprü olmaya neden olur. Bu bir tür transfer gerçekliğidir ve bu gerçeklikle beraber bir zenginleşmeye yönelinir. Bu yönelme bir çoğul dilin de oluşmasını sağlar.

Sonuç

Bu yazıyla sanat (görsel sanat) ile göz arasındaki ilişkiyi irdelemeye çalıştım. Bu ilişkinin en genel haliyle açıklamasının altı halkadan oluşan bir zincir üzerinden olduğunu ileri sürdüm. Ele alınan altı sözcük üzerinden yaptığım açıklamalar gösterdi ki, birbiriyle bağlantısı olmayanların, birbirleriyle bağlantısı olabiliyor.

“Bakmak”, “görmek”, “algılamak”, “almak”, “içselleştirmek” ve “sunmak” olarak öngördüğüm söz konusu zincirin halkaları birer değerli aşamadır. Fakat enteresan olan şudur ki; ilk üç aşamada şekillenenlerin tümele hitap etmesi, ikinci üç aşamada şekillenenlerin de tikele yönelerek, tamamen insanın malı olanı oluşturmasıdır. Fakat “bakmak-almak”, “görmek-içselleştirmek”, “algılamak-sunmak” arasında garip, fakat büyük benzerlikler var. “Görmek”in en zengin halka olarak dikkat çekmesi, zaten “sanat ve göz” ilişkisinin de doğrudan sağlam bir ilişki olduğunun en büyük göstergesidir. Böylece “sanat ve görmek” ilişkisi de gündeme gelme olanağı bulur.

“Sanat-göz” ilişkisini irdelemek isterken, bir taraftan nesne ve özne bağlamı önerdiğim her halden belliyken, buradan “sanat ve görmek” ilişkisinin kendini belli etmesi, bir başka nesne ve özne ilişkisine işaret etmekte, fakat buradaki özne bir üst özne olarak dikkati çekmektedir. Çünkü göz herkeste olan bir duyu organı, görmek ise herkesin katılamayacağı uzun soluklu, hatta dolambaçlı, zorlu bir yolun sonunda elde edilen bir şeydir.

Özkan Eroğlu

Konserler

Özkan EROĞLU

Özkan Eroğlu yazılarını Türkiye ve Dünyanın en objektif gazetesi NationalTurk ile takip edin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Maldivler Turu
Başa dön tuşu