Metin Kurt’un farklılığı
NationalTurk yorumcusu Müslüm Gülhan'ın bu haftaki "Metin Kurt’un farklılığı" başlıklı yazısı;

Futbolun en parlak döneminde hak mücadelesinden vazgeçmeyen Metin Kurt, sendikal bilinci sahaya taşıyarak yalnızca futbolun değil, emek tarihinin de simge isimlerinden biri oldu.
Günümüzde spor, kitle iletişim araçlarının da desteğiyle ekonomik açıdan oldukça kazançlı bir pazarlama aracı olarak ticarete dâhil edilmiş ve endüstrileşmiştir. Haliyle, futbolun da endüstrileşmesiyle birlikte profesyonel ve amatör futbol ekonomik bir sektör ve bir çalışma alanı haline gelmiştir. Endüstri ürünü haline getirilen futbolu sadece 90 dakikalık bir maç üzerinden değerlendirmek doğru olmaz. Popüler kültürün bir enstrümanı olması nedeniyle kitlesel çekiciliği, futbolu oyun olmanın ötesinde bir kültür endüstrisi haline getirmiştir. Bu da kitlelerin, kendi istekleri dışında sektörün taleplerini karşılayan tüketiciler haline getirilmesine neden olmuştur. Bu noktada futbolun üretim şekli, kapitalist sistemin talepleri doğrultusunda iktidarlar tarafından yeniden biçimlendirilmiştir.
Futbolun diğer ekonomik sektörlerle ve paydaşlarla girdiği ticari ilişkilerin değer kazanması, kapitalist sistem ilişkileri içinde yerini almasını kolaylaştırmıştır. Kulüplerin şirketleşerek borsada yerlerini alması, oyunun asıl üreticileri olan futbolcuların da bu ticari dönüşümden bilerek ya da bilmeyerek etkilenmelerini kaçınılmaz kılmıştır. Bu süreçte oyuncunun değeri yalnızca asist, gol, pas gibi yeteneğini temsil eden faktörlerle değil; bilet ve ürün sattırabilme, reklam ve sponsorluk geliri sağlama gibi sermayeyi artıran unsurlarla da belirlenerek bir meta haline getirilmiştir. Ayrıca ekonomik üretim mekanizmaları arasına giren futbol, sınıf çatışması üzerinden kendi iç dinamiklerine de sahip olmuştur.
İLK ATEŞİ O YAKTI
Ülke futbolunda işçi ve emek kavramı açısından hak arama mücadelesine girişen ilk kişi Metin Kurt’tur ve artık bu konuda simgeleşmiş bir isimdir. Metin Kurt, ülke futbolunda sendikal mücadeleyi Ete kemiğe büründüren kişidir. Bugün hâlâ karşılaşılan, özellikle alt liglerde gözden uzak oynayan oyuncuların içinde bulundukları koşullar ve emeğin karşılığı olan ücreti alamama sorununa o dönem sessiz kalmamış; bunu bile bile, sosyal ve ekonomik imkânlarını tehlikeye atarak futbolunun en parlak çağında yapmış olması da giriştiği mücadelenin düşünsel ve felsefi zeminini anlamlı kılmaktadır.
Sendika, emeğin değerini korumak ve karşılığını almak için kurulmuş bir sivil toplum örgütüdür. İşçilerin üretimden gelen güçleri sayesinde sermaye karşısında yaşam güvencelerini sağlamak için verilen mücadelenin alanıdır. Metin Kurt ve arkadaşlarının verdikleri mücadele de bu içeriğe sahipti. Gündeme getirilse de getirilmese de bunun bir düşünsel dayanağı vardı.
HAKKINI SAVUNDU
İlahi adaletin olmadığı bir dünyada, uğradığı haksızlığın hesabını sorma cesaretini başka bir dünyaya bırakmadığı için Metin Kurt, haklı olarak maç primlerinin akıbetini sorma yoluna girdi. Tabii ki bunun karşılığını suç olarak gören kulüp yönetimi, olayı manipüle ederek hem direnci kırmak hem de kendilerini haklı çıkarmak için – dernek statüsündeki kulüp başkanı veya yöneticisi olmalarına rağmen – ülkedeki sermaye anlayışının tüm temsilcilerinin yaptığı gibi hak aramayı “komünist” ya da “anarşist” yaftalarıyla damgalamaya çalıştı. Bu iki kavramın içeriği çok iyi bilinmediği, hatta bilerek tartışma konusu yapılmadığı için, sermaye tarafından kitlelere kolayca bir korku nesnesi olarak sunulabiliyordu. Asıl mesele ise, onların kendi korkularıdır. Tek amaçları, futbolcuların bir bütün olarak bir araya gelmesini önlemekti. Oysa ideolojik düşüncelerin suç olması mümkün değildi; ama suçlanmışlardı.
Bu tavır karşısında gerçekleştirilen “antrenmana yarım saat geç gitme” protestosunun hemen ardından kadro dışı bırakıldılar. Süreci takip eden dönemde bazı futbolcular özür dileyerek geri dönerken Metin Kurt yalnız bırakıldı. Bugün benzer sorunları ve futbolcuların benzer tepkilerini hâlâ gözlemleyebiliyoruz. Elbette bu tür çatışmaların futbol emekçilerinin lehine ya da aleyhine sonuçlanmasının arkasında, Türk toplumuna özgü insan yapısı ve temel toplumsal kurumların işleyiş tarzı bulunmaktadır.
Metin Kurt yaşadığı bu süreç içinde koşulların ve sonuçlarının neler olabileceğini önceden kestirmişti. Ancak tarihten miras kalan “sınıflı toplum olmama” özelliği, Türk toplumunu kendine has sosyokültürel ve iktisadi özelliklerle donatmıştır. Bu durum yalnızca Galatasaray’a özgü değildi. Her şeye rağmen, tüm tabuları yıkma azmiyle futbolu bıraktıktan sonra da aynı şekilde mücadelenin içinde kalarak ve çıtayı daha da yükselterek süreci devam ettirdi.
Sendikalaşmanın ve hak aramanın gerekçelerini açıkladığında ise amaca dair tüm detaylar belli olmuştu:
“Trilyonların döndüğü bir spor pastası var. Kimler kazanıyor, kimler kaybediyor, bu sorgulanmalı. Türkiye’de spor denince akla futbol, futbol denince de 40-50’yi geçmeyecek oyuncu ve dört büyük kulüp geliyor. Halbuki milyonlarca genç ve 500 bini aşan spor emekçisi var. Ama herkes bu 40-50 kişi üzerinden bu işi organize ediyor. Medyada bir sürü spor programı yapılıyor. Hiç spor gerçeğinin tartışıldığını gördünüz mü? Sporcu, posası sıkılıp çöpe atılacak bir meta durumunda. Yapmamız gereken bu ortama müdahaledir.”
NEDEN AMAÇ EDİNDİ?
Asıl mesele, onun bu noktada gerek bireysel gerekse sosyal olarak zihinsel ve nesnel dünyada kendisini nasıl var ettiğinin farkına varmasıydı. Edindiği kimlik ve kültür, içinde bulunduğu kolektif ortamda insanlarla giriştiği etkileşimler sayesinde hem kendisini var etti hem de kolektif grubun dışarıya karşı kendini ifade etmesine olanak sağladı. Bunun dayanağı, birtakım fikirler bütünü olarak idealize ettiği zihinsel yapılanma ile, bilinci yönlendirme aracı olarak yapılandırdığı ideoloji kavramıydı. Yani Metin Kurt’un kendi düşüncesini kavramsallaştırdığını görürüz.
Bu düşüncenin oluşumunu tetikleyen yaşam içindeki anekdotları iyi analiz etmek gerekir. Düşüncenin temelini sağlayan günlük ilişkilerin bir dayanağı olması kaçınılmazdı. Metin Kurt bunu aile yaşantısı içinde öğrenmeye başlamıştı:
“Ailesindeki düzeni bir çeşit ‘feodal sosyalizm’ olarak niteliyor hatta. Babası ‘Kurt Hüseyin’ Kırklareli’nde celeplik yapan ve yerel askeriyeye hayvan yetiştirip satan biri. Tam bir ‘fakir babası’ gibi davranıyor ölene kadar. Şöyle anlatıyor Kurt: ‘Mahallenin yoksul çocukları babamın çocukları gibiydi. Fakir ailelere sürekli her gün mayalanan yoğurt ve yiyecek dağıtılırdı. Bize sürekli, “Efkârıumumiye” derdi de başka bir şey demezdi: “Herkese, kamuoyuna dikkat edin. Onlara karşı hiçbir zaman ve hiçbir yerde mahcup olmayın. Sakın zayıflarla uğraşmayın, güçlülerle uğraşın; zayıflara bakın, arka çıkın ama güçlülerle uğraşın.”’”
(Kaan Kavuşan, Yeni Ülke, 29 Ekim 2023)
KİTAPLARLA TANIŞMA
“Evde ‘senin paran, benim param’ kavramları yoktu” diyor Kurt. “Herkes üretebildiği kadar üretiyor ve tükettiğinden daha fazlasını talep etmiyordu. Aile bireylerinin ihtiyaçları ne kadarsa o kadarla yetiniyorduk. Evimizde istense de istenmese de basit bir sosyalizm nüvesi kurulmuştu. Feodal de olsa bu küçük sosyalizm kendiliğinden hayata geçmişti.”
(Kaan Kavuşan, Yeni Ülke, 29 Ekim 2023)
“Kurt, PTT’de oynarken kulübün malzemecisi Aydoğan ile arkadaş oldu hemen. Aydoğan bir gün ona üç ciltlik Sefiller kitabını getirdi. Metin Kurt’a göre Aydoğan öyle şeyler anlatıyordu ki, kendisi hiçbir şey anlamıyor, paramparça oluyordu karşısında. Kendini entelektüel olarak geliştirmesi gerektiği fikri düştü aklına. Malzemeci Aydoğan’ın aydınlığı bugün için istisna görülebilir ama o gün için değildi. İkinci okuma önerisi hocası Tamer Güney’den geldi: Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi, Cumhuriyet. Üçüncü önerilerse yazar ve yayıncı Veysel Atayman’dan: Alman edebiyatı, Aydınlanma, Hegel, Marx. Okumalar tartışmaları açtı: Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkeler. Bu sürecin sonunda Metin Kurt şuraya vardı: ‘Esas benzememiz gereken insanlar Deniz’ler, Mahir’ler, Ulaş’lar, Cihan’lar; yani 68 kuşağının mücadele eden sol görüşlü devrimcileri olmalıydı.’ Bu fikre gelmesini sağlayan şeyin ilk kıvılcımını, kulübün malzemecisi vermişti Metin’e.”
(Kaan Kavuşan, Yeni Ülke, 29 Ekim 2023)
Sosyal bilimlerdeki bazı kavramları tek bir tanıma sıkıştırmak mümkün olmayabilir. Genelde bir düşünürün veya belli bir grubun kendi penceresinden yaptığı kavram tanımlaması olan ideoloji terimi, kimi zaman fazla geniş, kimi zaman da fazla dar bir çerçevede ortaya çıkarak farklı anlamlar kazanır.
İdeolojiler insanların dünyada nasıl yaşayacaklarını belirler ve toplumsal ilişkilerin seyri konusunda temel belirleyici rol üstlenir. Metin Kurt için insanların ve dünyanın anlamlandırılma sürecinde, buna bağlı olarak bireylerin bilinçli eylem süreci için tavır almasının dayanağı, sahip olduğu ideolojinin tarihsel bir temele sahip olmasıydı. Aile içindeki yaşanmışlıklar ve çevresel koşullar içinde girdiği ilişkiler, onun her durumda aynı tavrı sergilemesinin ardında ciddi bir emek ve irade olduğunu gösterir.
Çünkü Metin Kurt’un fıtratında, ideolojisinin sosyal-siyasal meselelerin yanı sıra insanın hak ettiğine dair farklı bir bakış açısı sunması ve bu konularda insanlara en iyi olan seçeneği önermesi, geleceğe ilişkin yeni hedefler belirlemesi gibi işlevler bulunuyordu. Düşünsel olarak sahip olduğu ideolojik kültür, Metin Kurt’a bir kimlik sunarken toplum tarafından da kabul edilmesini sağladı. Bu kimlik, bugün bile onun için toplumun yüklediği rol ve sorumlulukların ötesinde, ideolojinin sunduğu mantıksal tutarlılık çerçevesinde toplumsal düzenin ve siyasetin sınırlarını belirlemektedir.
İNSANA UYGUN BİR DÜNYA
Her ideolojik söylem toplumsal menfaatler üzerinden bir açıklama barındırır. Bu süreç, toplumların sosyolojik ve kültürel yapısına göre farklı şekillerde etki eder. Metin Kurt’un bedenen ölmesine karşın ideolojik söylemleri hâlâ belediye meclislerinde olduğu gibi toplumsal çatışma noktaları arasında yer alabilmektedir. Çünkü bu ideolojik tavır, pasif bir hatırlatmadan öte, toplumsal menfaatlerin ortaya çıkmasına katkı sağlayan bir güç haline gelmiştir.
Metin Kurt kimlik olarak ne kök saldı ne de dışlayıcı oldu. Sadece insana uygun, onu ağırlayan bir dünya kurmaya çalıştı.
Ülkedeki derin güçler, bireylerin kimliklerini kategorize ederek günlük hayatın her alanına yansıttı ve yansıtmaya devam ediyor. Bu güç, bireyi kendi kimliğine bağlar; başkaları tarafından tanınması gereken bir gerçeği ona dayatır. Aksi halde cezalandırma kaçınılmazdır. Böyle bir güç, bireyleri boyun eğen öznelere dönüştürür.
Metin Kurt ise her türlü baskıya rağmen kendi kimliğini korumak için ciddi bir tavır ortaya koydu. Ne gücün öznesi oldu, ne de onların tanımladığı kimliğe büründü.
İnsanı insan yapan kimliğidir. Metin Kurt, kendi kimliğini belirleyebilecek irade ve rasyonelliğe sahip bir bireydi. Üstten gelen baskılara rağmen evrensel kimliğini koruyarak, feodal içerikli geleneksel kimlikleri de bir noktada tutarak kaotik bir durumun ortaya çıkmasını engelledi. Kimliğini var etmek için farklılığa ihtiyaç duydu, buna mecburdu da… Ve kendi kesinliğini güven altına almak için farklılığı ötekiliğe dönüştürdü.
Müslüm Gülhan – NationalTurk